Yazan: 1:12 am
Kategori: Felsefe, Serbest Kürsü

Tahmini okuma süresi: 20 dakika

Ortodoks-Heterodoks Ayrımında Alevilik

Alevilik: Ortodoks-Heterodoks Ayrımı
“Hakikat bahrine daldım bir kere,
Ondan gayrı derya, umman istemem.
Savm ile salâtı saldım ellere,
Şol cennette huri gılman istemem”

Aevilik

Biraz yaklaş bana hasb-ı hal için,

Konuşup anlaşak insancasına,

Herkesi kardeş bil, iyice geçin,

Sakın tepiklenme hayvancasına.”

-Hakk Aşığı İbreti Baba

Ortodoks-Heterodoks Ayrımında Alevilik
Ortodoks – Heterodoks Ayrımında Alevilik

Hakk’ı ve Hakikatı özünde görüp, cümle mevcudata muhabbet besleyen canlara aşk-ı niyazlarımla.

Sevgili canlar, hepinizin bildiği gibi İslam veya Alevilik konusu işlendiğinde sürekli ifade edilen iki kavram vardır. Bunlardan biri kendini saf ve sahih olduğunu iddia eden egemen inanç yorumunu tanımlayan “ortodoks” kavramı ve diğeri de egemen yorumun diğer yorumu tekfir etmek, sapıklık ve sapkınlık ile suçlamak için kullandığı “heterodoksi” kavramıdır. İslam toplumlarında bu; doğmalara bağlı (doğmatik), katı, biçimci, kuralcı ve Kur’an’ı, Hac suresi 16. ayette “İşte böylece biz onu (Kur’an’ı) apaçık indirdik…” diye belirtildiği gibi İslam’ı ayetlerinin arkasında bir mana aramadan olduğu gibi kabul eden Ortodoks İslam; diğeri de Ortodoks İslamca tekfir edilen, Kur’an ayetlerini tefsir değil tevil yoluyla anlamlandıran ve nihayetinde ayetlerde gizil bir anlam arayarak Kur’an ayetlerini zahiri ve batıni anlam olarak ayıran Heterodoks İslam’dır. Tabii ki yine kendini Ortodoks İslam içerisinde konumlandıran ancak İşari Tevil gibi, Kur’an hükümleri ile çelişmeyen yorumlara müsaade eden istisnalar da mevcut. Hakeza bugünkü bağlamı dışında kimi Ehl-i Sünnet ve’l cemaat alimlerin de düşünce yapısının Heterodoks İslam ile belli başlı ortaklığı olduğu söylenebilir.

Ancak bu kavramsallaştırmayı egemen anlayışın bakış açısını yansıttığı için Ayfer Karakaya-Stump hocamızın T24’te verdiği röportajda belirttiği gibi bu konuda karşılaştırmayı ortodoksi-heterodoksi kavramları üzerinden değil müteşerrilik-gayrımüteşerrilik üzerinden okumak daha yararlı olacaktır. Ancak mesele İslamiyet içerisindeki ayrışmalar değil Aleviler içerisinde son süreçte katmerlenerek ayyuka çıkan ortodoksi (saf-sahih yorum)- heterodoksi (sapkın yorum) konusu olduğu için bu meseleyi şimdilik atlıyoruz.

Haddim olmayarak kendimce aklımda kalan bu bilgiyi verdiğime göre kısaca şu hususta ortaklaşalım; Ortodoks dediğimizde daha katı, kuralcı, gelişmeye, felsefeye kapalı, biat yolunu önceliyen bir anlayış; Heterodoks dediğimizde ise Ortodokslarca dışlanan, düşünceye ket vurmayan, yorumu önceleyerek “Keramet okunanda değil, okuyanın kendisindedir”  diyen bir inanç sistemini kast ediyorum.

Asıl konumuza dönecek olursak, çağımızda her yıl farklı farklı Alevilikler cereyan ettiği ortada. Bu da beraberinde büyük bir sorunlar sarmalını getiriyor. Bu sorunları velinimet olarak gören misyonerler ise ayrı kulvarlarda yeni bir Alevilik inşasına başlıyor.

Sizler de takdir edersiniz ki son sürecin en revaçta olanları Modern (Reformist) Alevilik ve “Geleneksel Alevilik”. Dikkatinizi celbetmesi için Geleneksel Alevilik ifadesini tırnak içerisinde belirttim. Çünkü bugün yazının buraya kadar olan kısmında bahsettiğim “yeni Alevilik” inşalarından biri olan Ortodoks Aleviliğin takiyye araçlarından biri olduğunu düşündüğüm için bu yazıda özellikle “Geleneksel Alevilik ve Gelenekselleştirilmek İstenen Alevilik” konularına değinmeyi düşünüyorum.

(“Geleneksel Alevilik ve Gelenekselleştirilen Alevilik: Takiyyeci Asimilasyoncuların, Gelenekselciler Nazarından Eleştirisi” yazımı dil olarak çok sağlıklı bulmadığım için paylaşmamıştım ancak yeri geldiği için “arifane” dilden uzak bu yazıyı paylaşmak zorunda kaldığım için yol ehli cümle canların gönlüne sığınıyorum.)

Geleneksel Alevilik ve Gelenekselleştirilen Alevilik: Takiyyeci Asimilasyoncuların, Gelenekselciler Nazarından Eleştirisi

Günümüzde Alevi yol-erkânı üzerine yürütülen tartışmaları dışarıdan gözlemleyen kişiler iki farklı ekolün olduğunu görecektir. Bunlardan birincisi 1950’lerden önce kente göç sürecinin etkisinde olmayan; hiçbir modern inanç, ideoloji ve kültür ile etkileşime girmemiş Geleneksel Aleviliği savunanlar ve sürdürenler; diğer tarafta ise köyden kente göç ile birlikte çeşitli inanç, kültür ve ideolojiden etkilenmiş, özellikle sol düşüncenin ve diyalektik materyalizmin etkisiyle inancın politik ve daha maddeci olan yönünü sahiplenen ve maddeci alana oturtamadıkları herşeyi reddeden Reformist (Modern) Aleviler.

Ancak bu tespit yüzeysel bir bakışın ürünüdür. İşin iç yüzüne biraz daha yoğunlaştığınızda durumun daha karmaşık ve vahim olduğunu göreceksiniz.

Başlıkta özellikle vurguladığımız üzere bugünün konusu kendini Gelenekçi Alevilik olarak tanımlayan fakirin de içinde bulunduğu bu ekol ve kendini bu ekol içerisinde konumlandıran Takiyyeci asimilasyoncular olduğu için diğer ekole değinmenin şu an için gereksiz olduğunu düşünüyorum. Kaldı ki Reformist Aleviliğin doğmasına da sebep olan yine bu asimilasyoncuların ürettiği, yol-erkân ile bağdaşmayan argümanlardır.

Uzun süredir Alici Batınîlik perdesi altında takiyye yapanların birçok eğitimlerine, cemlerine, seminerlerine katıldım. Gördüklerim ve duyduklarımdan sonra bir Gelenekçi olarak şaşkınlığımı ve gördüğüm sorunları yazma gereği duydum.

Dilerseniz konuya, Geleneksel Aleviliği birkaç cümlede tanımlamak namümkündür ama, kaba hatlarıyla tanımlayarak başlayalım.

Geleneksel Alevilik Nedir?

Geleneksel Aleviliğin tanımı ‘her bölgede kısmen değişse de özü itibariyle modern teolojik, kültürel, ideolojik farklı kimliklere maruz kalmamış; inanç temelli, taşıyıcısı ocaklar, müsahiplik kavli ve cem erkânları olan; insanlık tarihi, canlı alemi ve onu ilgilendiren konular hakkında kendine has bir yorumu, anlayışı ve dili olan; şehirleşme süreci öncesinde yaşanan Aleviliktir’ şeklinde yapılabilir. Bu Alevilikte, henüz modern kimliklerle aynı ortamı paylaşma durumu olmadığı için Alevi toplumu gelenekselleşen, bölgesel süreklerini devam ettirmektedir. Ancak Geleneksel Alevilik eşittir Öz Alevilik yakıştırması hiçbir şekilde kabul edilemez. Nihayetinde Geleneksel Alevilik dediğimiz süreçte de Alevilik, modern dini/politik kimliklilerin etkisinde olmasa da komşu ve misyoner bir inanç olması hasebiyle yoğun İslamî asimilasyona maruz kalmıştır. Buna karşı da inancını çeşitli İslamî sembol ve anlatıların altına gizlemek zorunda kalmıştır.

Geleneksel Aleviliği, Modern Alevilikten ayıran farklardan biri de baskın Batınî Alici yönü, materyalizmin sınırlarını zorlayan bazı mistik, efsanevi anlatıları ve İslamca bid’at, modern çevrelerce hurafe ve batıl inanç olarak görülen bazı inançsal gereklilikler, yani kaideleridir. Ancak tüm farklılıklara rağmen Geleneksel Alevilik ve bugünkü Modern Aleviliği birbirine zıt iki kutupmuş gibi servis etmek açık bir şekilde sorunlu bir yaklaşımdır. Bugün kent koşullarında “Geleneksel Aleviliğin” yaşatılamaması sorunu elbette ki herkesin katılabileceği bir görüştür ancak taliplerin bağlı bulunduğu ocaklarının ehliyet sahibi rehberlerinden, pirlerinden, mürşitlerinden aldığı yol-erkân bilgisini sahiplenen kişiler ile geçmişte geleneklerini bozmadan sürdüren kişiler arasında teolojik açıdan büyük bir fark yoktur. Hakeza en önemli konularda bir bütünlük söz konusudur.

Bugün doğrudan Geleneksel Aleviliğin sürdürüldüğü söylenemese de teolojik anlamda bu ekolü sahiplenen, devam ettirmeye çalışan kişiler/gruplar/ocaklar mevcuttur. Bunun yanında bu ekol de tamamen homojen değildir. İçinde oldukça farklı grupları da barındırmaktadır. Bugün İslami asimilasyonun başını çekenler de bu ekolün arkasına sığınanlardır.

Peki bugün bize Geleneksel Alevilik olarak sunulanlardan yola çıkarsak, bize aktarılan Geleneksel Alevilik, Geleneksel Alevilik mi? Gelenekselleştirilen Alevilik mi?

Tüm eksiklerine rağmen bu konuda yapılmış objektif çalışmaları tenzih ederek belirtmeliyim ki bize aktarılmaya çalışılan Geleneksel Alevilik adı altında “Kızılımsı İslam”dır.

Bunu söylememdeki nedeni siz değerli canların daha net anlayabilmesi ve fakirin de bu fikrini temellendirmesi için üretilen argümanlara, pratiklere bakalım.

Gelenekselleştirilen Alevilik ve Argümanları

Fakir, ocakta yetişen ve elinden geldiğince yeni çıkan çalışmaları inceleyen bir canınız olarak naçizane düşüncem şudur ki; Alevi tarih yazımı; akademide kalem oynatmaların, realitenin sayfalara dökümünde ideolojik sızıntıların olduğu yegane alanlardan biridir. Geleneksel Alevilik üzerine yazılan kaynaklarda verilen seminerlerde ve o iddia ile ortaya çıkarak hizmet yürüten dedelerin(?) cemlerinden izlenimim o dur ki, Alevilik üzerine yapılan çalışmalardaki bu hataların en büyüğü bu misyon ile ortaya çıkanlarda bariz bir şekilde ayyuka çıkıyor.

Sizlere gördüğüm yanlışları ve değineceğimiz konuları maddeler halinde aktarmaya ve nihayetinde naçizane toplu bir şekilde cevaplamaya çalışacağım, şimdiden canların gönlüne sığınıyorum.

Araştırmalarda bilgisinden istifade edilecek kişilerin seçiminde yapılan yanlışlar.

Araştırmacının/aktarıcının Alevi diline hakim olmaması, alınan/verilen bilgilerin deruni boyutuna inmeden yüzeysel olan bilgiyi toplayıp aktarım yapmak ve o aktarılan bilgiden çıkarım yapmak.

Gelenekselleştirilmiş, yoğun İslami asimilasyona uğramış Aleviliği, öz Alevilik olarak yansıtmak.

Gelenekselden kasıtın ne olduğunun netleştirilememesi.

İstenen Geleneksel Alevilik mi? Gelenekselleştirilen Alevilik (Kızılımsı İslam) mi?

Geleneksel Aleviliği Kimlerden Öğreneceğiz?

Sevgili canlar, üzerinde konuşacağımız konuları belirlediğimize göre sırasıyla başlayalım.

Akademik çevrelerce Geleneksel Alevilik üzerine çalışma yaparken yararlanılan kişilerin seçiminde en temel kıstas kişinin tahsili olmayan ve henüz kentteki modern kimliklerle hemhâl olmamış kişiler veya bu kişilerin sürdüğü yol-erkâna tanıklık etmiş kişiler olması gerekir. Evet kıstaslardan birinin bu olması gerekir ancak bu kişinin tahsil görmemiş bir ocak evlâdı olmuş olması, Geleneksel Alevi yol-erkânını hakkıyla bildiği ve sürdüğü anlamına gelmez. Kişinin tahsilini erenlerin, rehberlerin, mürşitlerinin otağında, yol diliyle söylemek gerekirse “Mektebi İrfan” da almış olması gerekir.

Hepiniz takdir edersiniz ki Osmanlı’nın son dönemlerine doğru Alevi ocakları ile ocakzâdeleri arasında bir ayrılık sçz konusudur. Bu ayrışmanın en temel sebebi hizmet ehli olma şartlarından “liyakat” esasının ortadan kalkması ve ham ervâh olarak tarif edilen dedelerin ortaya çıkmasıdır.

Erenler buyuruyor ki “Süleyman kuş dilin bilir dediler, Süleyman var Süleyman’dan içeri

İşte kuş dilinden anlamayan, bağlı bulunduğu ocağın ateşinde özünü pişirmemiş bu şahıslar ilk dönemlerde yol içindeki görevini kötüye kullanmış; tıpkı “Hakkullahı” talip üzerinde bir sömürü aracı olarak kullandığı gibi, soydan gelen ocakzâdeliği de bu gibi uygulamalarla çıkar aracı olarak kullanmıştır.

Cumhuriyetin ilk dönemlerinden itibaren ise Diyanet tarafından kimi ocakzâdeler, toplum tarafından itibar görenler ile tek tek görüşerek bunlara dini eğitimler verilmiştir. Köylerde Hakk’a yürüme erkânlarından tutun da dini eğitimlere kadar farklı çalışmalarda kullanılan bu kişiler geçmişte gördükleri itibar nedeniyle bu faaliyete başladıklarında da toplum tarafından kabul görülüyorlar. Ek olarak bu kişiler genelde ocakzâde değilse “Hoca” olarak adlandırıldığını belirtelim. Bu misyonerler dedenin gelmediği yerde Kur’an’dan ayetlerle cem yürütür, talibe müteşerri İslam’ı aşılardı. Özellikle bu kişiler ile birlikte Hz. Ali’nin cenkleri de cemlerde ve muhabbetlerde anlatılarak yaygınlaştırılmaya, hatta her Alevi köyüne birkaç tane dağıtılmaya başlandı.

Tüm bunlar olurken elbette o kervana dizilenler gibi, Geleneksel Yolu Erkânı yürütenler de tüm bu uygulamalara karşı çıkmıştır.

Örnek vermek gerekirse Osmanlı’nın son dönemleri, Cumhuriyet’in başlarında yaşayan  Kızıldeli Ocağı erenlerinden Mahmut Baba, yaşamıyla, nefesleri ile iyi bir örnek olacaktır. Mahmut Baba, Malatya  Yukarı Tenci’de “Hakkullah” ile taliplerini sömüren amcazâdelerine karşı çıkıyor. Bununla da kalmıyor, talipleri ile birlikte tıpkı Meluli Baba’nın köyünde 7 aile ile kurduğu Rıza Şehri gibi bir oluşumu eşiti Hanım Ana ve dayısı İmam Zeynel Abidin Ocağı Rehberi Ali Baba ile ortaya çıkarıyor. Nihayetinde Mahmut Baba’nın etrafında gitgide artan kitleyi durdurmak için amcazâdeleri talipleri kışkırtarak büyük bir grup talibi ile birlikte Mahmut Baba ve Ali Baba’yı göçe zorluyorlar.

Erzurum, Antep, Osmaniye ve son olarak Adana’daki taliplerinin bulunduğu yere göçen Mahmut Baba yaşamı boyunca Hakikatçı Alevi yolunu sahiplendi ve bu çizgide yol-erkân sürdü.

Bu sıkıntıları Mahmut Baba müsahibi olan Pir Ali’ye şu nefesiyle aktarmıştır:

Şu mahluk elinde bıktım, usandım.

Gerçeği yok yalanları düzen var.

Edep kalktı, Erkan kalktı, yol kalktı,

Talibinden, dedesinden bezen var.

Goya sofu gibi gelir oturur,

İki elin kızıl kana batırır,

Ölmüş cenazesin iblis kaldırır.

Cehennem nârına durmuş yanan var.

Dört Kapı, Kırk Makam bilinmez oldu.

Haklı ilen haksız seçilmez oldu,

İhtilaf çoğaldı yaşanmaz oldu.

Ecel defterini yazıp veren var.

Sefil Mahmut mahlukatın işine,

Çok felaket gelir haksızların başına,

Bir haber yazdım Pir gardaşıma,

Yazar okur, çekmiş atar celâl var.”

Bu nefesinde talipleri sömüren yolda ihtilaf yaratanları anlatırken, cemde Kur’an okuyanlara karşı da asıl kitabın insan cemali olduğunu da şu nefesinde dile getiriyor.

Ey zahid bizleri avare sanma,

Sultan Seyyit Ali pirimiz vardır,

Bizleri Allah’tan gayrıdır sanma

Fâtır-ı Kâdirde cismimiz vardır.

Cemali insanda okuruz ayet,

Kitab-ı Sübhân’ı hatmettik gayet,

Gel ey zahid sende eyle riayet,

Kusur affedici yolumuz vardır.

Kaynak belirlemede yapılan yanlışlardan birisi de şudur:

Bu yazıyı yazmaya başlarken biri Gelenekselci olduğu iddiasını taşıyan dede ve biri de bu alanda araştırma yapmış araştırmacı iki kişiye “Hangi Alevi Pir’leri sizce Geleneksel Aleviliği sürdürmüş ve aktarmıştır? Bugün Gelenekselcilik nazarından hangi Pir’i dikkate değer buluyorsunuz. Ulaşma imkanınız olsaydı kimden bu konuda gıdalanmak isterdiniz?” sorularını sordum. Gelen cevapların öyle olacağını düşünüyordum ancak keşke yanılsaydım dememe sebep olduğunu belirtmeliyim. Verilen isimlerden diğerlerine yeri gelince değineceğim ancak özellikle içlerinden her ikisinde de olan “Halil Öztoprak” oldukça ilgimi çekti.

Birincisi Halil Öztoprak, Mısır’da medrese eğitimi almış bir kişidir, bu yüzden araştırmanın kriterlerine uymaz. İkincisi Halil Öztoprak bir yol-erkân yürütücüsü (Rehber, Pir, Mürşit) değildir. Üçüncüsü daha sonra açacağım şekilde Aleviliği, Alevilerin “Osman Mushafı” dediği kitap ile açıklamaya çalışmış hatta “Kur’an’da Hikmet, Tarih’te Hakikat/ Kur’an’da Hikmet, İncil’de Hakikat” adıyla kitabını yazmış birisidir. Bu yüzden tarih boyunca Alevilerin kabul etmediği kitabı baş tacı yapan birinin gelenekçi olmasının imkânı yoktur.

Bunun gibi Halil Öztoprak’ın yanında sayılan Seyit Derviş Tur, Hüseyin Doğan, Ahmet Yurt, Ahmet Uğurlu, Ali Fethi Erdoğan, Hıdır Çetin gibi kişilerin de Geleneksel Alevilik araştırmalarında dikkate alınması doğru değildir.

“Namaz Yoksa Salat Verelim”: Kızılımsı İslam’ın Oyunları

Gelenekçi Aleviliği savunma iddiası ile ortaya çıkanların seminerine ve cemine katıldığımı yazıya başlarken belirtmiştim. Yazının bu bölümünde de bu şahısların söylemlerinin hepsine değinmem mümkün olmasa da bir kısmına değineceğim.

İlk olarak değineceğim grup kendini “Ehlibeyt Aşıkları Dergâhı Postnişini” olarak tanıtan Pir Perişah mahlası ile bilinen Sezai P. ve onun gözetiminde yurtdışında “İslami” eğitim almış ve kendini Alevi kamuoyunda Alevi Teoloğu olarak tanıtan U. Asku. Bu şahıslar büyük oranda İran destekli olmaklar beraber çalışmalarında Türkiye’de Esenler Ana Fatma Cemevi, Sarıgazi Cemevi’ni; yurtdışında ise “Alevitisches Glaubenszentrum Şah Hatayi Frankfurt e.V.” yi yoğun olarak kullanmaktadırlar. Bunun yanında Üniversiteli Alevi Gençler Derneği, Alevilik Dersleri, Aleviyim… gibi dernek ve sayfalar da bu ekibe ait.

Geçenlerde yapmış oldukları muhabbetlere dahil olduğumda duyduğumda bende şok etkisi yaratan meseleden birisi, bir canımızın “Alevilerde Ramazan orucu neden yoktur?” sorusuna verilen cevap oldu. Bu cevap ise hiç fazlasız şu şekildedir:

Aleviler, Muhammedi İslam’a inanırlar ve rehberleri Kur’an’ı Azimmüşandır. Bu nedenle Aleviler’de Ramazan ayında oruç vardır ancak gün konusunda net bir bilgi olmadığı için dileyen 30 gün, dileyen 9 gün tutar. Eskiden Seyyitlerimiz, Pirlerimizin de tuttuğunu biliyoruz.

Bunun yanı sıra Kadir Geceleri oldukça önemlidir.Peygamber Efendimiz, “Yüce Allah, Kadir Gecesini benim ümmetime bağışladı. Hâlbuki önceki ümmetlerden hiç birisi bu hediyeye sahip değildi.”; İmam Muhammed Bakır, “Her yıl bu gecede (Kadir Gecesi) her insanın gelecek yıl için mukadderatı yazılır.”; İmam Cafer-i Sadık, “On dokuzuncu gece takdir, yirmi birinci gece onay, yirmi üçüncü gece imzadır.”: İmam Hasan Askeri ise “Kadir gecelerinin 19. ve 21. günlerine ulaşamadın veyahutta bulunamadınızsa 23. geceyi sakın elden verip ihmalkârlıkta bulunmayın.” diye buyurmuştur.”

Ve ekledi : “Bu yıl Ehl-i Beyt’e göre muhtemel Kadir Geceleri 20-22-24 Nisan akşamlarıdır.”

İkincisi ise hem bu ekibin hem de Kur’an üzerinden Alevilik anlatmaya çalışan ekibin kullandığı bir argüman oldu. Canlardan biri yine bir muhabbette sordu:

Bizler Müslümansak niçin namaz kılmıyoruz?”

Hepinizin aşina olduğu gibi bu soruya da verilen cevap da aynen şu şekilde oldu:

Kur’an’ı Azimüşşan’da namaz geçmez, salat kelimesi geçer. Salat’ta dua demektir. Bizler ise daimi salatta olan kişileriz.”

Sevgili canlar, bizler bu süper zeka canlara gereken ilgiyi göstermiyoruz diye düşünüyorum. Düşünsenize dünya nüfusunun %19’unu oluşturan Müslümanlar çoğunun anadili ve anadili gibi bildiği bir dil ile yazılan hatta (Hac suresi 16’da.) “İşte böylece biz onu apaçık âyetler olarak indirdik. Kuşkusuz Allah dilediğini doğru yola iletir.” yazan bir kitabı anlamıyor, salatın ne olduğunu bilmiyor. Hadi İslam’ı da geçtim diğer iki büyük dinin inananları da kendi kitaplarında ne yazdığını bilmiyor ve bu yüzden sonradan uydurulmuş namazı kılıyorlar.(1) Bir bizim yeni nesil “Bildiğinin de bilmediğinin de alimi olan dedeler” ile bunların gözetiminde yetişmiş Alevi teologumuz biliyor.(!) Ne kadar gurur duysak az.

Sevgili canlar, işin ne kadar vahim olduğunu mizahî yolla anlatmaya çalıştım ancak yukarıda da belirttiğim gibi bu sorunun temeli Cem Vakfı veya ismini saydığımız diğer gerici derneklere, vakıflara değil oldukça geçmişe dayanıyor.

Sevgili canlar sarrafların pazarında, Hakikat tellalları olmadığı zaman pulu gevher diye satan gafiller türermiş.

Peki burada suç “gafillerin mi?” yoksa Hakikat pazarını terkeden, Hakikati söylemekten ihtiraz eden, Mansur olmayı isteyip Mansur gibi dârı göze alamayanların mı?

Konuya devam edelim sevgili canlar. 90’lardan itibaren günümüze kadar Alevilik üzerine yazılan çizilenlerin birçoğu da maalesef ki pulu, gevher diye satanlar tarafından yazılmıştır. Anlatılan ne senin hikayen ne de benim; o kitaplarda anlatılanlar “Sünnileştiremedik bari Şiileştirerek İslam cenderesi altına alalım.” diyen Kızılımsı İslamcılarındır.

Soruyorum sizlere sevgili canlar:

“Osman Mushafından Yol Çıkar Mı?”

Hepiniz hatırlayacaksınızdır Geleneksel Aleviliği “yaşayarak” sürdüren dedelerimiz Kur’an’dan hep “Osman Mushafı” diye bahsederdi. Ve Kur’an’da geçen hiçbir ifadenin “Ehl’i Türab’a muhip olan Tarikat ehlini bağlamadığını söylerlerdi. Öyle ki tıpkı Halil Öztoprak gibi yolu Pirlerimizin Osman Mushaf’ı dediği kitaplarla açıklamaya çalışanlar türedi.

Bunları ayırt etmek için örnekler vereyim ki daha iyi anlaşılsın?

Hızır kimdir?” dediğinde Geleneksel bir Alevi dedesi veya anası “Binbir İsmi vardır bir ismi Hızır, Her nerde çağırsan orada Hazır.”, “Xızır, Ali’dir, Ali’de cihan var olmadan yeşil kubbede balkıyan bir nurdur.”, “Her gördüğün Hızır bil ki, Ali’ye Selman olasın” nefesinde geçtiği gibi her darda, zorda carına yeten, elinden tutan kadın, erkek, genç, yaşlı herkestir. Hızır yalnızca görmek isteyene görünendir. Hatta geçenlerde Hakk’a yürümüş ehli kamil pirlerimizden birine sorduğumda bana şunu söylemişti. “Oğul, Hızır Ali’dir Ali’de insan-ı kamildir. Sen Hızır’ı, Ali’yi, Hakk’ı arama. Önce özüne dön bak bulamazsan sonra aramaya çık.”

Gördüğünüz gibi cevapların hepsi aslında nefeslerden yola çıkılarak verilmiş veya özlü sözlere dayanmıştır. Bir de dönüp eğitimlerine, cemlerine katıldığım veya eski programlarını izlediğim dedelerin açıklamasına bakalım.

Sevgili canlar Kur’an’ı Kerim’de Kehf Suresi’nde 60 ve 82. Ayetinde yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Bir vakit Musa yanındaki gence demişti ki: İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim. Yahut senelerce gideceğim. Derken iki denizin buluştuğu yere vardıklarında balığı unuttular. Balık ise denizde yolunu bulup kaybolmuştu. Orayı geçtikleri zaman, genç arkadaşına dedi: Öğle yemeğimizi getir. Gerçekten biz bu yolculuğumuzda epey yorulduk. Gördün mü? dedi. Kayanın orada dinlendiğimiz vakit doğrusu balığı unutmuşum. Onu hatırlamamı muhakkak şeytan bana unutturdu. Balık denizde garip bir yol tutup gitmişti. Dedi: İşte aradığımız o idi. Bunun üzerine izleri üzere geriye döndüler. Nihayet kullarımızdan bir kul buldular. Biz ona katımızdan bir rahmet verdik. Ve tarafımızdan bir ilim öğrettik.” İşte sevgili canlar bu ilim ki İlm-i Ledündür, bu sırra da mazhar olan o kişinin adı Hızır’dır.

Şimdi düşünelim sevgili canlar. Bir taraftan Hızır’a tanrısallaşmış insan; yol diliyle söylemek gerekirse Hakk’ı özünde görmüş İnsan-ı Kamil olarak gören bir anlayış var. Diğer yanda Hızır’ı bir dinin kitabında ilim sahibi bir kul olarak gören bir anlayış. Bunların hangisi Geleneksel Aleviliğe daha uygun?

Bir örnek daha biraz önce değindiğimiz “Namaz” konusundan olsun:

Kendini Geleneksel Alevilik perdesi arkasına gizleyen bu ekibe sorduğunda söyledikleri tek şey şudur:

Güzel dostum, Kur’an’ı Kerim’de namaz yoktur, salat vardır. Alevilerde de salât vardır. Günümüzdeki namaz ise sonradan uydurulmuştur.” 

Bunlar da namazı reddediyor ancak reddederken de yine referansları Kur’an.

Peki bu konu sorulduğunda bir Geleneksel Alevi dedesi veya anası ne der?

İlk olarak Kızıldeli Ocağı’ndan Mahmut Baba ne demiş?

Bizlere farz koşma abdest, namazı,

Vallaha bilmeyüz hacc-ı zekatı,

Her vakit tutarız mânâ orucu,

İman tasdik eden dilimiz vardır.”

Eee tamam Mahmut Baba namazı reddetmiş ama salâtı reddetmemiş? Buna da yanıtı yine Mahmut Baba’nın bel evladı Aşık Ali Dede şöyle ifade ediyor:

Hakikat bahrine daldım bir kere,

Ondan gayrı derya, umman istemem.

Savm ile salâtı saldım ellere,

Şol cennette huri gılman istemem.”

Bak olmadı şimdi koskoca bir Geleneksel Alevi Dedesi nasıl böyle bir şey söyleyebilir. Oysa ki referans kaynağı Kur’an’ı Azimüşşan olabilirdi.

Yazının birinci bölümünü bitirmeden önce son bir örnek vereyim.

Gelenekselleştirilmek istenen Aleviliğin misyonerliğini yapanlara Alevilik hakkında bir kaynak sorduğunda veya bir konuyu sorulduğunda, referansları diğer örnekte görüldüğü gibi başta “Kur’an” olmak üzere, İmam Cafer Buyruğu, Kara Davut, Risale-i Hüsniyye ve yine Sünni Müslümanlar tarafından yazılan menakıpnameler olmaktadır.

Geleneksel bir Alevi dedesine veya anasına sorduğunda ise verilen cevaplar şunlardır:

İmanım, okunacak en büyük kitap insandır. Ancak bu insan, insan sıfatındaki herkes değil İnsan-ı Kamil’dir. İnsan-ı Kamil’in dilinden dökülen her bir söz bizler için ayettir. Bu nedenle ilk olarak Alevi yolunu anlamak için İnsan-ı Kamillerin sohbetlerine dahil olmak, nefeslerini anlamaya çalışmak gerekir.” Bunun yanı sıra Geleneksel Alevi Dedeleri yazılı kaynak olarak İmam Caferi Sadık’a atfedilen Buyruğu da referans alırlar ve hatta toplumsal yaşamı da buyrukta geçen yasalara uygun inşa ederlerdi.

Bir Pir ile muhabbetimizde o da konuya dair şu güzel nefesleri sıralamıştı:

Bakalım bu yolun Pir’lerinden Yunus Emre ne diyor?

İlim hod göz hicâbıdur dünya ahret hisâbıdur.

Kitab hod ışk kitabıdur bu okunan varak nedür.”

Yani, “İlim gerçek bir göz perdesidir, hakikatleri görmeyi engeller, dünya ahiret hesabıdır. Gerçek kitap aşk kitabıdır. Senin okuduğun bu sayfalar, yani Kuran sayfaları da neyin nesi oluyor. O ancak göze perdedir” diyor.

Buna ek olarak bir şiirinde de Aşk kitabını yani İnsan Cemalini, Kamil İnsanı yüceltiyor:

Ben bir kitâb okudum kalem anı yazmadı

Mürekkeb eyler isem yetmeye yedi deniz.”

Peki Yunus Emre’nin Mürşid’i, yolumuzun Serencam’ı Pirimiz Bektaş Veli ne diyor?

Okunacak en büyük kitap insandır.” (Acaba Hünkar bunu söylerken, Kızılımsı İslamcıların yücelttiği bu kitaptan haberi yok muydu? Yoksa Hünkar’da mı Alisiz Alevi(!))

Dilerseniz iki örnek daha verelim:

Cemal-i insanda okuruz ayet,

Kitab-ı Sübhân’ı hatmettik gayet,

Gel ey zahid sende eyle riayet,

Kusur affedici yolumuz vardır.”

Mahmud Baba Erenler

Gerçeklerden olur sana inayet,

Dilinden dökülür her dem bir ayet.

Fehmedip almayı dilersen şayet.

Mushaf’ın gereği kalmaz efendim.”

Ozan Devri

Son olarak sevgili canlar bugün Geleneksel Alevilikten ne anlamak istediğimizi netleştirmemiz lazım. Biz inancında, ikrarında samimi olan canlar kendimize rehber olarak Geleneksel Aleviliği süren Rehberlerimizi, Pirlerimizi, Mürşitlerimizi görüyoruz. Ancak bunlar Halil Öztopraklar, Hıdır Çetinler, Seyit Derviş Turlar, Ali Fethi Erdoğanlar, Ahmet Uğurlular, M. Ö. Ersanlar, Doğan Dedeler, Ahmet Yurtlar, Sezai Pehlivanlar değil; Hünkar Bektaş Veli, Yunus Emre, Kaygusuz Abdal gibi erenlerin öğretileri ile yol erkan süren Sultan Hatın, Ali Baba, Mahmut Baba, Hanım Ana, Memo Temiz, Elif Ana, Mamo Geyik, Yusuf Baba, Tacım Baba, Hacı Bayrak, Seydik Dede, Hamo Dede, Gozal Dede, Muhammet Mustafa Dede, Aşık Ali Dede, Hasan Dede, Mecnun Dede, Ali Büyükşahin, Kara Dede, Koç Baba gibi Rehberler, Pirler, Mürşitlerdir.

Şah Hatayi nefesinde diyor ki:

Ne dinim var ne imanım, Harabatyam Harabatım

Ne şekkim var ne gümanım, Harabatyam Harabatım

Yine Koç Baba taliplerine, muhiplerine seslenirken:

Riyakarlık etmeyin, harama el uzatmayın; elinize, belinize, dilinize sahip olun. Ehli Türab’a muhip olun.” diyor.

Dini, imanı, kutsal kitabı olmayan Harabat Ehlinin yolunu süren onlara muhip olan cümle canlara aşk-ı niyazlarımla.

Geleneksel Alevilik adı altında yol-erkân yürüttüğü iddiası ile ortaya çıkanlarda durum bu şekilde erenler. “Alili-Alisiz Alevilik” meselesini gereksiz, kısır ve anlamsız bulduğum için konuya dair cümle sarfetmeyi de doğru bulmuyorum.

Çünkü sevgili canlar, yol-erkânın içinde bulunduğu durumdan kaygılanan birçok can “Alisiz Alevilik” mevzusu üzerinde yarattıkları karşıtlarına karşı amansız bir atakta iken Geleneksel Alevilik şemsiyesi altında Alevi felsefesini bir kalıba sokmaya çalışanları es geçtiler. Oysaki zarar “Alisiz Alevilik” iddiası güdenlerden değil Aleviliği “semah dönen, namaz kılmayan Caferilik” haline getirenlerden gelir. Bu nedenle fakir de bu misyonerleri kendine dert etti.

Bu dertlenme konusunda neyi temel alarak yazımı yazsam diye düşünürken sevgili Ali Dereli Dede’nin yazmış olduğu talihsiz bir yazı gözüme ilişti. Öncelikle Ali Dereli Dede’yi birebir tanımadığım için hiçbir önyargımın olmadığını ve amacımın sadece söylemek istediklerini açmasına vesile olmak olduğunu belirteyim.

Okuyucu canların da konuyu anlaması için yazıyı olduğu gibi paylaşıyorum:

ANLAMAK ISTEYENE ARİFLER, SADIKLAR, YOL ERENLERİ ATALARIMIZIN İTİKATINI, İNANCINI NE GÜZEL TARİF ETMIŞ…

Daha Allah ile cihan yok iken

Biz onu var edip ilan eyledik

Hakka hiçbir layık mekan yok iken

Hanemize aldık mihman eyledik

Kendisinin ismi henüz yok idi

İsmi şöyle dursun,cismi yok idi

Hiçbir kıyafeti,resmi yok idi

Şekil verip tıpkı insan eyledik.

Allah ile burada birleştik

Nokta-i amaya girdik yerleştik

Sırrı küntü kenzü orda söyleştik

İsmi şerifini rahman eyledik.

Aşikar olunca zat-ü sıfatı

Kün dedik var ettik semavatı

Birlikte yarattık hep kainatı

Namı nişanını cihan eyledik.

Yerleri gökleri yaptık yedi kat

Altı günde tamam oldu kainat

Yarattık içinde bunca mahlukat

Erzakını verdik ihsan eyledik.

Asılsız fasılsız yaptık cenneti

Huri gılmanlara verdik ziyneti

Türlü vaadlerle her bir milleti

Sevindirip şad u handan eyledik.

Bir cehennem kazdık gayetle derin

Laf ateşi ile eyledik tezyin

Kıldan gayet ince kılıçtan keskin

Üstüne bir köprü mizan eyledik.

Gerçi kün emriyle var oldu cihan

Arşı, kürş’ü gezdik durduk bir zaman

Boş kalmasın diye kavnü mekan

Ademin halkını ferman eyledik.

Arif olan bilir sırrı müphemi

İzar etmek için ismi Azami

Çamurdan yoğurduk yaptık Ademi

Ruhumuzdan bir ruh revan eyledik.

Adem ile Havadan geldi çok insan

Nebiler Veliler oldu münayan

Yüz bin kere doldu, boşaldı cihan

Nuh Nebiyullaha tufan eyledik.

Salih’e bir deve eyledik ihsan

Kayanın içinde çıktı nagehan

Pek çokları buna etmedi iman

Anları hak ile yeksan eyledik.

Bir zaman Eshab-ı kefh-i uyuttuk

Hazreti Musa’yı turda okuttuk

Şid’i çulha yaptık bezler dokuttuk

İdris’e biçtirip kaftan eyledik.

Süleyman’ı derh’e sultan eyledik

Eyyub’a acıdık derman eyledik

Yakub’u ağlattık nalan eyledik

Musa’yı, Şuayb’a çoban eyledik.

Yusuf’u kuyuya attırmış idik

Mısırda kul diye sattırmış idik

Zeliha’yı ona çattırmış idik

Zellesinden bendi zindan eyledik.

Davut Peygambere çaldırdık udu

Kazadan kurtardık Lut ile Hüdü

Bak ne hale koyduk nar-ı Nemrudu

İbrahim’e bağı bostan eyledik.

İsmail’e bedel cennetten kurban

Gönderdik şad oldu Halil’i Rahman

Balığın karnını bir hayli zaman

Yunus Peygambere mekan eyledik.

Bir mescide soktuk Meryem Anayı

Pedersiz doğurttuk orda İsa’yı

Bir ağaç içinde Zekeriya’yı

Biçtirip karnını rızan eyledik.

Beytül mukaddeste Kudüs şehrinde

Nehri şeria’da Erden nehrinde

Tahir etmek için günün birinde

Yahya’yı, İsa’yı üryan eyledik

Böyle cilvelerle vakit geçirdik

Bu Enbiya ile çok iş bitirdik

Başka bir Nebiyi Zişan eyledik

Anın her nutkunu Kuran eyledik.

Kuffarı Kureyş’i ettik bahane

Muhammet Mustafa geldi cihana

Halkı davet etmek için imana

Mürteza’yı ona ihvan eyledik.

Ona kıyas olmaz asla bir nebi

Nebiler sahidir Hakkın habibi

Dünyanın ukbanın odur sahibi

Biz anı Nebiyi Zişan eyledik.

Hak Muhammed Ali ile birleştik

Hep beraber Kabe Kavseyne gittik

O makamda pek çok muhabbet ettik

Leylatel Esrayı seyran eyledik.

Bu sözleri sanma her insan anlar

Kuş dilidir bunu Süleyman anlar

Bu sırrı müphemi arifan anlar

Çünkü cahillerden pinhan eyledik.

Hak ile hak idik biz ezelide

Ta Ruz-i Elestte Kalubelide

Mekanı Hudada bezm-i celide

Cemalini gördük iman eyledik.

Vahdet alemini bilmeyen insan

İnsan suretinde kaldı bir hayvan

Bizden ayrı değil Hazreti Sübhan

Bunu Kuran ile ayan eyledik.

Sözlerimiz bizim pek muhakkaktır

Doğan, ölen, yapan, bozan hep Haktır

Her nereye baksan Hakk-ı mutlaktır

Ahval-i Vahdet-i beyan eyledik.

Vahdet sarayına giren için

Hakk-ı Hakk-el yakın görenler için

Bu sırrı HARABİ bilenler için

Birlik meydanında cevlan eyledik.

Harabî Baba

ÖZET AÇIKLAMASI:

Yaşadığımız Anadolu cografyasında daha Emevi İslamı yok iken biz Tanrı’yı var edip ilan eyledik.

Ona layık hiç bir mekan yok iken (yani hiç bir inanç merkezi yok iken) biz onu gönlümüzde ve hanemizde gizledik mihman ettik, andık, O’nun aşkına cem olduk.

Daha ismi cismi yok iken

İnsanın ondan tecelli ettiğini kavradık, kamil insanın kemaletinde, masumu pakın cemalinde onu gördük.

Batın alemde Tanrı ile bir idik, Kainat bu “bir”den var oldu.

“Bir”likten çokluk alemine dönüştü,

O bizi var eyledi, biz de O’nun “Bir”liğini, varlığını gördük, bildik, Cihan’a ilan eyledik.

Çokluk alemindeki insanların farklı inançsal düşüncelerinin ortaya çıktığını, bir çok inançtaki cennetin cehennemin nasıl algılandığını (Anladıkları cenneti onlara verip) bizim onlardan farklı bir cennet anlayışımızın olduğunu anlatır.

Daha sonra Ortadoğu’da birbirinin devamı ve etkileşimi olan tarihsel inançlar sürecini dile getirmiştir.

Bir çok Nebi, Veli, geldi cihana, en son Muhammet Mustafa’ya ikrar kıldık, çünkü bütün Nebilerden farklıydı. Güvendik, her nutkunu ayet bildik, halkı itikata davet ettik,

Ali’yi de ona dost, yardımcı kıldık.

Batın ile zahir bir olup, (Hakk Muhammet Ali birliğini dile getirir) muhabbetle doğruyu, güzelliği, söyleşip, batındaki “sır”ı zahire taşıdık aşikar eyledik.

Bu yazdıklarımı herkes anlayamaz, ancak arif insan, kamil insan anlar. Çünkü cahillerden çok çektik.

Hakk’ın birliğini, o tekliğin nasıl çokluğa dönüştüğünü anlamayan, bilmeyen, kavrayamayan kişi insan suretinde oldu ama hayvan aklı ile kaldı.

Sözümüz net ve berraktır.

Herşeyi yaratan da bozan da Hakk’tır. İnsan da Hakk’ın mekanından var oldu.

Bu alemde her nereye baksam Hakk’ın tecellisini görürüm.

Batın ile zahiri beyan ettik.

ÖZETLE: Bir çok canımız Yol’u yoldan çıkarmak için yeni bir Alevilik yazmaya, Panteizmi Aleviliğe dayatmaya, vardan var olmayı Tanrı dediğimiz sır-rı hakikatten değil de, doğanın doğal dönüşümünden var olduğunu iddia etmeye çalışırlar. Oysa Alevilerin hiçbir sözlü, yazılı, tarihsel anlatımında bu ifade yer almaz. Bu düşünce felsefeye uyar ama teoloji ile de bağdaşmaz. Hiçbir inanç felsefeyle, bilimle ifade edilmez.  Bu gerçeği kabul etmeliyiz.

Alevilikte Hakk-Muhammet-Ali söyleminin asimilasyona sebep olduğunu iddia ederler. Oysa Yol’umuzu doğru kavrar, itikatimiz tam, ikrarimiza sahip çıkarsak binlerce yıldır süregelen bu Yol’u Atalarımız bugünlere taşıdığı gibi biz de yarınlara taşırız. Aksi halde Yol’u itibarsızlaştırır, darmadağan ederiz. İşte bu dörtluklerin bu canlarımıza esaslı bir cevap olduğunu düşünüyorum. Aşk ile.”

Maalesef ki bu yazı biraz önce “Ortodoks Alevilik yaratılmak isteniyor.” belirlememe yeterli bir kanıt değerinde.

Sevgili Ali Dereli Dede’nin argümanlarına kısaca yanıt vererek aslında Ortodoks Aleviliğin nasıl yaratıldığına bakalım.

Öncelikle yolu yol olmaktan çıkarmak amacıyla yeni Alevilik inşaları olduğu konusunda mutabıkız ancak devamında Panteizmin Aleviliğe, Alevilere dayatılması mevzusunda Ali Dereli dede ile taban tabana zıt düşünüyoruz. Neden?

Alevi-Bektaşi yol-erkânını diğer inançlardan özellikle komşu ve ilişkilendirilen inanç olması hasebiyle İslam’dan ayıran en büyük özellik aşkın bir tanrı değil içkin bir tanrı tasarısının aynı zaman da yaratılış değil varoluş inancının olmasıdır. Bu belirlemeye varmak güç olmasa gerek ancak temellendirme ve yol açıcılık adına gülbenklerimiz ve nefeslerimizden örnekler verelim:

Yedi kat yerde, yedi kat gökte; arşta, kürşte, levh-i kalemde,18 bin alemde, kendini her nesneye nakşeyleyen sırrını ademe bahşeyleyen Hakk aşkına, Bozatlı Hızır aşkına.” Peki yedi kat yer ve gökte, kendini canlı-cansız nesnede var eyleyen Hakk’ın aşkın olma imkânı var mı?

Ya da:

Gafil olma cümle cihan bir vücut,

Farkedersen aziz mihman sendedir.

Çün ademe kıldı secde-i sücut,

Her arşayı arş-ı rahman sendedir.” diyerek Vahdet-i Mevcut [Mevcut olanın birliği (Nebatat, Cemadat, Hayvanat)] anlayışını temel ilke haline getiren bir yolun, aşkın bir tanrısı olabilir mi?

Soruya cevabınız olur ise, bu demektir ki biz yolun ehl-i şeriat veya Taife-i Alem-i Zülmat (Karanlık aleminin kavmi) olarak tanımladığı yerdeyiz henüz. Çünkü Kerimî’nin “Varlığımız senin olsa/ Cihan senin ile dolsa,/ Halik, mahluk başka olsa,/ İkilik girer araya.” nefesinde buyurduğu gibi halik ile mahluk ayrımını yapıp, aşkın bir tanrı inancını benimsersek yola ikilik sokarız, bu da bizlerin tarikat yani yol ehli olmadığını gösterir.

Eğer hayır ise panteizmin, Alevilik ile ilişkilendirilmesinin sizleri rahatsız etmemesi gerekir. Çünkü panteizm dediğimiz olguyu herhangi bir arama motorunda aratmanız dahilinde temel argümanlarının yolumuz ile çelişmediğini görürsünüz.

Sevgili Ali Dede ve canlar; adına Tanrı, Allah, Hakk, Xude, Xızır ne derseniz diyin bu saydıklarınız doğadan ve onun bir parçası olan insandan bağımsız bir varlığı tanımlıyorsa yol içinde bunun yeri yoktur. Bizim yol ve erkânımız da Hakk cümle kâinata nüfus etmiş ve doğal olarak varından insanı var eden, her ölümden yeni bir yaşam doğuran doğada tüm bileşenleriyle Hakk’ın en büyük ve görkemli tecellisidir. Dağ, tepe, taş, pınar niyazgâhları da bu duruma iyi bir örnektir.

Bu meyanda aksine sevgili Ali Dede, panteist düşüncenin Alevi yol-erkânı içinde yeri vardır ve bizlerin bunu söylemesi bir dayatma değildir.

Gelelim yazıda tabiri caizse zurnanın zırt dediği yere. Ali Dede’nin söylediğine göre “Hiçbir inanç; felsefeyle, bilimle ifade edilmez.”

Aksine tüm inançlar sizin bir sonraki cümlede söylediğiniz gibi teolojinin yani “tanrıbilimi” anlamlarına gelen din biliminin yani bilimin konusudur ve ancak bilimsel bir metod kullanılarak akla, mantığa uygun açıklanabilir. İkincisi elbette ki tüm inançlar felsefenin de konusudur hatta son yıllarda gitgide popülerleşen “din felsefesi” de bunun bir örneğidir. Diğer dinleri ve inaçları bir kenara bırakalım.

“Ara, bul.” diyerek sorgulamanın yolunu açarak “(B)ilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.” diyen Pir Hünkâr, bunu söylerken yola girenin ve yolda gidenin seyrânını, bilimin ışığında yapmasını salık vermemiş midir?

Veya İbreti Baba gibi birçok aşık-ı sâdık, Rehber, Pir, Mürşit yoldan bu kadar uzak mıydı ki nefeslerinde, kelâmlarında aklı dolayısıyla bilimi referans kıldı?

Eğer bu erenlerin kelâmlarını Hakk kelamı olarak kabul ediyorsak düşüncenin önüne ket vuran, toplumları biata yönelten bu düşünce ile tezat bir durum yaratmış olmuyor muyuz?

İkincisi Hakk-Muhammed-Ali üçlemesine dair söyledikleriniz. Sevgili Ali Dede, Geleneksel Alevi yol-erkânını incelediğinizde bu üçlemenin her kapıda farklı anlamları vardır. Bu durumu şöyle özetleyebiliriz: Bu kavram Şeriat (Hukuk) kapısında Uluhiyet, Nübüvvet ve velayet makamını yani dereceli hulûl inancını temsil eder. Ancak Tarikat kapısına giren talip sırrı sır etmeyi öğrendikten sonra bu anlamlar biçim değiştirir, nihayetinde Marifet kapısından sonra tüm kavramlar yerini yalnızca binbir ismi, binbir donu olan Hakk’a bırakır. Çünkü birliğin olduğu yerde ikilik Şeriat ehlinin işidir. Peki soruyorum “feza çağında” Aleviliği hala Şeriat ehlinin kalıplarıyla mı anlayacağız, anlatacağız? Ya da sizin Geleneksel Alevilik dediğiniz ekol Şeriat ehlinin gönlünü yeğleme inancı mı?

Ortodoks-Heterodoks Ayrımında Alevilik
Turab Olan Canlar

Tüm bu örnekler üzerinden meselenin başına dönersek, uzun süredir Alevi yol-erkânı üzerinden yürütülen tartışmaların çoğunluğu yazının başında da belirttiğimiz gibi tam olarak yeni ve samimiyetten bi’hayli uzak Alevilik inşalarıdır.

Yani sevgili canlar bir tarafta Hakk-Muhammed-Ali üçlemesi dışında bir-iki kelimeyi bir araya getiremeyen, kaynağını Kur’an ve Şii kaynaklardan alanlar bir tarafta ise öze döneceğiz diyerek töze dönen koskoca Alevi inanç sisteminin yalnızca 4 nesne ile anlatmaya çalışan, kaba materyalist kişiler. Elbette ki bu durumu ortaya çıkaranlar yalnızca inancında samimi olmayanlar değil, inancında, itikatında, ikrarında samimi olan canlar da maalesef ki yeni Alevilik inşalarına bir tuğla koydular.

Ayfer Karakaya hocanın güzel bir betimlemesi ile Aşure gibi muhteviyatı (içeriği) zengin olan yolun, kimi buğdayını temel alıp kökünü aramaya çıktı, kimi nohutunu. Kimi üzümünü yedi aşurenin tadı budur dedi, kimi kayısısını. Hâl böyle olunca binbir süreği bir çatıda birleştiren Alevi inancı tek tipleştirme, Ortodokslaşma tehlikesi ile karşı karşıya kaldı.

Peki yazı boyunca söylediğimiz bu Ortodokslaşma tam anlamıyla nedir?

Sevgili canlar, yazı boyunca aslında bu duruma örnek teşkil edecek ve bu savımızı güçlendirecek oldukça fazla örnekler verdik ancak kısaca özetlemek gerekirse:

Şu an yaşadığımız yol ayrımında bu iki farklı ekol (Gelenekselciler ve Reformistler) ancak özellikle Gelenekselciler, Aleviliği semavi dinlerin kötü bir taklidi, çıkması haline getirdiler. Tıpkı Semavi dinlerde olduğu gibi eleştirme, sorgulama yollarını kapattılar. İnanç üzerinde kafa yorması, düşünmesi gerekenlerin yalnızca son süreçte Alevi toplumsallığı içerisinde ayyuka çıkan “OCAKZADELERİN” olduğunu, onların dışında diğer halk kesimlerinin Alevilik konusunda ona servis edilene lazım olması gerektiğini söyler oldular. “Ben atamdan, dedemden böyle gördüm.” cümlesi toplum arasında prestij sahibi olan kimi “ocakzadelerin” cehalet perdesi haline getirildi. Modern cemevlerinde özellikle Dersim, Sivas, Erzincan bölgesinde sürülen sürekler dışında diğer sürekler kabul edilmemeye ve cem erkânları dahil olmak üzere birçok erkânda tek tipleştirilmeye başlandı. Bugüne kadar övünç kaynağımız olan “binbir sürek” meselesi bir sorun oldu çıktı.

Son sözlerime geçmeden önce ön açıcı olması açısından Gelenekselcilik iddiası ile ortaya çıkan canlara soruyorum:

Sizler, geçmişte cedlerimizin takiyye amacıyla yaptıkları Kur’an hükümlerinin Batıni tevillerini bugün güya Hakikate ulaşmak ve gizil anlamı açığa çıkarmak için yapıyorsunuz. Bundan dolayı bugün, İslam inancına mensup insanlar tarafından tekfircilik ile suçlanıyorsunuz. Ancak sizin kullandığınız metodu sırlı olduğu, gizli anlamlar içerdiği bilindiği halde Hakikat arayışçısı olan canlar nefesler, kelâmlar için yaptığında onları aynı kindar diller ile siz niye eleştiriyorsunuz. Soruyorum, Batınilik yalnızca sizlerin Kur’an ayetlerini keyfi ve bağlamından kopuk yorumlama aracınız mıdır? Ya da Hakikata ulaşmak için talibinin yol içindeki seyranı süresince kullanacağı bir düşünce metodu mudur?

Eğer cevabınız evet ise bugün bizlerin Hakk-Muhammet-Ali üçlemesinden yine yol ile çelişmeyen hatta yol-erkâna daha uygun olan anlamlar çıkarmamızdan niçin gocunuyorsunuz?

Aleviliği; sorgulanamaz, geliştirilemez, dokunulamaz yaparken bugüne kadar eleştirdiğiniz Şii-Sünnilerin İslam konusundaki gerici tutumları ile benzer tavırlar sergilediğinizi düşünmüyor musunuz?

Sürekli geliştiği, düşün ürettiği, sorgulandığı için bugün dahi insanlığın problemine ışık tutan bu yolu, tek bir kalıba sokarak körelttiğinizin farkında değil misiniz?

Aleviliği; cem tutan, semah dönen Caferiler haline getirenleri değil de Aleviliği tüm hakikatiyle özgün bir inanç olarak görenleri hedefe alarak tabiri caizse bu konuda cadı avına çıkarak yola yapılacak en büyük kötülüğü yaptığınızın farkında değil misiniz?

Fakir maalesef ki bilinçli olarak bu çalışmayı yürütenler dışında diğerlerinin tüm bu durumların farkında olduklarını düşünmüyorum.

Kızılbaş ocaklarını külsüz bıraktığınız gibi, yolcuyu da yolsuz bırakıyorsunuz; yapmayın efendiler!

Ortodoks-Heterodoks Ayrımında Alevilik
Ulu Ozanlar

(Visited 1.085 times, 1 visits today)

Last modified: Ağustos 30, 2023

Kapat
error: İçerik Korunmaktadır / Content is protected !!