2001: A Space Odyssey
Klasik tanımlamasıyla, “Bilimkurgu, bilim kurgu ya da bilim-kurgu; yakın ya da uzak gelecek ile ilgili öykülerin bugün olası olmayan bilim ve teknoloji unsurlarını da kullanarak oluşturulmasıdır. Bilimkurgu eserlerinin fantastik eserlerden farkı hikâye kapsamındaki kurgusal ögelerin çoklukla doğa kanunları üzerine yapılmış bilimsel önermeler ya da ispatlar dâhilinde olası olmasıdır. Bilimkurgu çoklukla, bilinen gerçekliğe aykırı kurgulamalar içindeki alternatif olasılıklar hakkında eğlendirici ve rasyonel olarak yazmak üzerine kuruludur.”
Bilim-Kurgu denilince ilk akla gelen yazarlar: Isaac Asimov, Arthur C. Clarke, Frank Herbert, Ursula K. Le Guin, H.G. Wells, George Orwell, Aleksandr Bogdanov, Jules Verne gibi isimlerdir.
Tarih boyunca Bilim-Kurgu, önce kitaplarla yaşamımıza girmiş, sonrasında ise beyaz perdenin görkemli sahnesinde yerini almış, günümüzde ise daha yaygın olarak bilgisayar oyunları ile karşımıza çıkmaktadır.
İnanması güç de olsa, Ay’a Yolculuk, Robotlar, Yapay Zekâ gibi günümüzde gerçeğe dönüşmüş tüm bu kavramlar, bir zamanlar yalnızca Bilim-Kurgu kitaplarda anlatılan ve okudukça insanın kalp ritmini hızlandıran “imkansızın mümkün olduğunu” gösteren gerçekliklerdir.
Bu yazıda, Bilim-Kurgu edebiyatının önde gelen isimlerinden olan Arthur C. Clarke‘ın 2001: A Space Odyssey (Bir Uzay Efsanesi) isimli kitabından sinemaya uyarlanan, senaryosunu Arthur C. Clarke ve Stanley Kubrick’in birlikte yazdığı, yönetmenliğini de Stanley Kubrick’in yaptığı ve 1968 yılında gösterime giren 2001: A Space Odyssey filminden bahsetmek istiyorum.
Bilinç, Alet, Yıldız Tozu
2001: A Space Odyssey bilim-kurgu sinemasında kült olmuş bir filmdir.
Filmin en dikkat çekici ögelerinden biri olan Ay üzerindeki sahneler, filmin 1968 yılında gösterime girdiği düşünüldüğünde, henüz Ay’a adım atmamış olan insanlığın Bilim-Kurgu sinematografisinde geldiği yer açısından da, çığır açıcıdır denilebilir. Öyle ki, Stanley Kubrick’in yönettiği bu film, ABD’nin gerçekte 1969 yılında Ay’a çıkmadığı, ABD’nin Ay’a ilk çıkış görüntüleri olarak yayınlananların Stanley Kubrick tarafından çekilmiş sahneler olduğu yönünde birçok spekülasyona da yol açmıştır. Bilim-Kurgu sineması denilince halen bu filmin konuşuluyor olmasının senaryosundan sinematografisine elbette birçok nedeni vardır.
2001: A Space Odyssey için, insanlığın geçirmiş ve geçirmekte olduğu evrimin beyaz perde üzerine düşen kısa bir izdüşümüdür de diyebiliriz. Öyle ki, açılış sahnesinde bizi 4.000.000 yıl önce bir gece bir primat kabilesinin yanı başına dünya dışından inen kusursuz geometrideki yekpare bir taş/monolit karşılar. Kubrick bu sahnede aslında “büyük sıçramaya” atıfla “beynin evrimini”, bilinçin ortaya çıkışını tasvir etmektedir. Bilinç beraberinde yaratıcı düşünceyi getirmiştir.
Yaratıcı düşünceye sahip olan primat benzeri bu hominidler Alet yaparak çevrelerini değiştirmeye başlarlar. Alet yapabilen bu kabile, alet ile ilk cinayeti işleyerek Bilinç ile hayvan arasındaki farkı ortaya koymuştur. Besin zincirinin tepesine oturacak olanın kim olduğu ortaya çıkmıştır. Lakin aletin ilk kullanıldığı alanın bir cinayet olması, insanlık tarihinde alet icat ederek gelişme kat ettiğini düşünen insanlığın, Hiroşima’ya atılan atom bombasında da olduğu gibi, aslında ilkel/hayvani rekabet ve üstünlük kurma dürtülerinden hiç kurtulamamış olduğuna da yapılan ince bir göndermedir. Kubrick’e göre belki bilinç hayvan karşısında bir zafer kazanmıştır; lakin alet insanlığın hayvani tarafından gelmiş olup, ne yazık ki bilinç insanlık tarihi boyunca hayvan güdüsünün hizmetinde kullanılmıştır. Kubrick için tüm boyutları ile alet iyi yönde bir gelişme olmayıp, kötücüldür. Çünkü insanlık aleti insanlığın yararına olması için değil, rekabet ve üstünlük kurmak için üretmi/üretmektedir.
Kubrick, ikinci tarihsel sıçramayı, ilk alet olan kemiğin havaya atılmasıyla, havadaki kemiğin uzay gemisine dönüştüğü muhteşem bir sahne geçişiyle yapar. Silah olarak kullanılan kemikten uzay gemisine aletlerin geçirdiği değişimi, Kubrick çarpıcı ve yalın bir şekilde anlatmıştır. 1968 yılında gösterime giren, içerisinde evrim, bilinç, alet gibi ögeler barındıran bu Bilim-Kurgu film, gerçekte insanlık henüz Ay’a dahi ayak basmamışken, Ay’dan Dünya’nın nasıl göründüğünü hayal bile edemezken, insanlığın ürettiği en gelişmiş aletlerden biri olan “Uzay Gemisi” ile Ay’a gittiğini, “Görüntülü Telefonlar” ile iletişim kurmaya başladığını anlatmaktadır. Tabi ki bu Bilim-Kurgu anlatı bunlarla da bitmez.
Kubrick’in, insanlığın etkisinden hiç kurtulamadığı hayvani/ilkel dürtülerden kaynaklı rekabet ve üstünlük kurma hırsı ile ürettiği Aleti bir üst seviyeye çıkarmasına ise, filmdeki üçüncü sıçramadır diyebiliriz. Alet erin en mükemmeli HAL 9000/Yapay Zeka insanlığın son sınavı mı olacaktır? Kusursuz bilgisayar, Yapay Zekâ HAL üzerinde gelişen Bilim-Kurgu, insanlığın kendi ürettiği Alet ile rekabetine sahne olmaktadır. Yapay Zeka HAL, insanı satranç maçında kolaylıkla yenebilse de, bir insan gibi resim yapamamaktadır. Filmde, Yapay Zeka ile insanı birbirinden ayıran öge sanat olarak tanımlanmıştır. 1968 yılında yapılan bu tanımlama, günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Sanat, soyut düşünce ve duygu gerektirmektedir. Halen sanat, insana özgü bir yaratıcı davranıştır. Her ne kadar insana özgü bir duygu ve davranış biçimi olan kıskançlık kavramının HAL’ı nasıl sardığı filme yapılabilecek nadir küçük eleştirilerden biri olsa da, aletin insana karşı savaşı bugün de distopik Bilim-Kurgunun tartışmaktan hiç vazgeçmediği bir konudur. Keza aynı konu, bilim tarafından da ele alınmakta ve sorgulanmaktadır. Kubrick ve Arthur C. Clarke, 1968 tarihli bu Bilim-Kurguda, özünde en ilkel rekabet güdüsünden kaynaklı alet üretiminin sonunda insanla rekabet eden bir alet’in üretilmesiyle sonuçlanabileceği olasılığını ortaya koymuştur.
Filmin ilk sahnesindeki Kemik/ilk aletin modern versiyonu olan tornavida ile insanın en ilkel haline dönerek, ve de icat etmiş olduğu aletlerin en basiti kemik/tornavida ile yine kendisinin icat etmiş olduğu aletlerin en gelişmişi olan Yapay Zekayı yok etmesi ise Bilim-Kurgu anlatısının Nirvanası olmuştur. Kendi ilkel rekabet ve üstünlük kurma dürtüsü ile alet yapan insanlık, kendi ayağına takmış olduğu bu prangadan aleti yok ederek mi kurtulabilecek, özgürleşebilecektir? Terminator, Matrix gibi Bilim-Kurgu filmlerde de aynı konu işlenmiş, sorunun cevabı ise hala bilinmezliğini korumaktadır.
2001: A Space Odyssey‘nin son sahnesi, insanın kırılgan olan bedeni de geride bırakarak sonsuz bilinç kavramına geçişini, Yıldız Çocuk/Üst insan kavramının doğuşunu anlatmaktadır. Bilinç ile hayvandan ayrıldığını düşünen insan, ölümlü ve kırılgan olan bedene hapsolduğu sürece aslında hayvanı tam olarak terk edememiş, bu nedenle de ilkel rekabet ve üstünlük kurma dürtülerinden hiç kurtulamamıştır. Oysa bu Bilim-Kurgu anlatısındaki üst insana geçiş yapan yıldız çocuk, belki de insanlığın gelecekte milyonlarca ışık yılı sürebilecek olan yıldızlar arası seyahatinin ilk yolcusu olacaktır.
Kubrick’in Yıldız Çocuk Bilim-Kurgusuna Carl Sagan’ın yorumuyla bakarak yazıyı sonlandıralım…
“Hayatlarımız, geçmişimiz ve geleceğimiz, Güneş’e, Ay’a ve yıldızlara bağlıdır. Biz insanlar, atomların var ettiği doğayı ve onun heykeltıraşlığını yapan güçleri gördük. Bizler, evrenin bu kısmının gözleri, kulakları, düşünceleri ve duygularıyız ve sonunda, aslımızın ne olduğunu, kökenimizi merak etmeye başladık. Bizler, yani yıldız tozları, 10 milyar-milyar-milyarlarca atomun organize birlikteliğinden oluşan yıldızların ve sonunda bilince varan maddenin evriminin uzun soluklu sürecinde anlam bulduk, belki sadece yeryüzünde, belki de tüm evrende… Biz, tek bir türüz, yıldız ışığını toplayan yıldız tozuyuz.”
- *Bu yazı ilk kez HukukÖtesi‘nde yayımlanmıştır.
- ** Doğrudan ve dolaylı aktarımların kaynakları aşağıda verilmiştir.
Kaynaklar :
https://tr.wikipedia.org/wiki/Bilimkurgu
2001: A Space Odyssey Arthur C. Clarke bilimkurgu Nazan Şentürk Türkkaynağı Stanley Kubrick
Last modified: Haziran 5, 2022