Şiir Sarnıcı (Temmuz-Ağustos-Eylül 2022)
Dünya bir savaş yaşıyor, pek çok yerde çoluk çocuk terörden zarar görüyor, insanlığın bir kısmı açlıkla burun buruna. Üst teknoloji silah sistemlerine sınırsız kaynak aktarılırken çocukların açlıktan ölmesine seyirci kalan bir insanlıkla karşı karşıyayız. Sağduyusunu yitirmiş yöneticiler, insanlığın yaşam alanlarını acımadan harabeye çeviriyorlar. Böyle bir ortamda, dergiden ve sanattan söz ediyorum. Savaş ve terörün yarattığı ruh durumuna tanık birisi olarak sanattan söz ederken ne kadar kolay işlerle uğraşıyorum, diye düşünmüyor değilim. Dilerim ki hiç bir insan; savaşla, terörle, açlıkla yüz yüze kalmasın, dahası kötülükle, işkenceyle…
İnsan değerli bir varlıktır, her canlı düşlediği biçimde yaşama hakkına layıktır. Kimse, insanca yaşama hakkını elinden almaya yetkili değildir. Savaşa, teröre yönelik ve insanlığı açlığa sürükleyen her tür uygulamayı; tarafsızca tanımlayıp karşısında kararlılıkla durmak gerekir. Ülke güvenliği kaygısıyla birtakım sözde gerekçeler ileri sürüp bir ülkeyi yıkıma götürmek, kabul edilemez. Hep şunu savunmuşumdur: Dünya ve uluslar, ülke yönetimlerini otuz beş yaş altı kuşaklara bırakmalıdır artık. Yenidünya bu kuşakların tasarımıyla daha iyi olacaktır. Çünkü onlar; bilgi temelli, daha insancıl, daha teknik ve daha teknolojik tasarım yapabilme yeteneğine sahipler. Yaşamı algılama biçimleri bunu gösteriyor.
Yıpratıcı ortamın hafifletilmesinin yine sanatla olası olduğu kasındayım. Sanat, daha yapıcı düşünmeye, daha iyi ve daha güzel olana yöneltmeye aday bir olgu değil mi? Ah şu iç hesaplarımızdan kurtulabilsek, güvenlik korkularımıza dur diyebilsek, özgür bıraksak bütün düşlerimizi… Gelmişi geçmişi yatırsak şöyle masaya, deşsek karnını, desek ki baskı yok, güvensizlik yok, düşünceye saygısızlık yok, en önemlisi insana saygısızlık yok desek; yıkılır mı dünya, zarar görür mü toplumlar ya da yok olur mu değerlerimiz? Bence tam tersi hepsi kendi kendini yeniler ve güzel olana yönelir.
Yapılmış yapılmıştır, yazılmış yazılmıştır, yaratılmış yaratılmıştır; bunlar kazanımlarımız, değerlerimiz. Sanatın ve sanatçının gelişimi için en önemli başvuru kaynaklarıdır; vazgeçilemez. Ne var ki yapılmışa ve yaratılmışa benzemeye çalışmak, elde var olanın üzerinden yol almaya çalışmak sanatın en büyük düşmanıdır. Başka bir söyleyişle önümüzdeki deneyimi ayna olarak kullanmak, sanattaki özgünlük ve biriciklik ilkesine gölge düşüren bir yoldur. Sanat tarihinden yararlanmakla öykünmek arasındaki ayrımı doğru yapamıyoruz. Aynı zamanda şiirin bilinen isimlerini kendi yararımız için kullanmak normal bir durum gibi algılanır olmuştur. Sanatın felsefesinden yola çıkarak uygulamaya/üretmeye yönelmediğimiz, yapılmışın etkisinden kurtulamadığımız, usta çırak yöntemini terk etmediğimiz sürece, ne çocuk ne gençlik ne de yetişkine yönelik dünya edebiyatında yer alan yapıtlarımız olacaktır.
Okumayı başaramayan bir toplumuz, kabul. Ne var ki bunu tersinden ele alıp asıl şu soru sorulmalıdır: ‘Yazarlar/Şairler, gerçekten okuru okuyabiliyor mu?’ “Şair/yazar, yazarken okuru düşünmez” genellemesini kabul etmiş bir kuşağa bu soruyu sordurmak anlamsızdır, ayırdındayım. Çocuk ve gençlik edebiyatından söz ederken bizler bu çocukları ne kadar okuyabiliyoruz? Ruhbilim eğitimi almış uzmanlar bile çelişkiye düşerken bizler ne kadar onların gerçekliğine uygun yapıt üretiyoruz? Hâlâ dünya edebiyatında yerini almış, yankı uyandıran çocuk ve gençlik kitabımız yok. Bunun nedeni, sanatı öteleyip sanat kılıfı altında onları kendimize benzetmek ve koşullandığımız yaşam biçimine yönlendirmek amacıyla yapıt ürettiğimiz için olabilir mi?
Sanatın sınırı yoktur; yazının da… Düşlem gücüyle doğru orantılıdır. Sınırsızlık ortamında dünya edebiyatında yerini almış gençliğe yönelik yapıtımız yoksa sanatsal öngörümüzü ve düşlem gücümüzü zayıf kılan etkenleri durup enine boyuna düşünmek gerekmez mi? Asıl soruyu sorayım: Bu sorulara yanıt arayan kaç yazar, şair ya da akademisyen vardır? Ünlü yazar/şairlerin terkisine takılıp ününden pay kapma yarışı dışında yazın için dikkate değer bir çabaya, etkinliğe, araştırmaya kaç kez tanık oldunuz?
Yazına ve yazara bakışımızda anlayış değişikliğine gidilmesi gerektiğini çoğu yerde vurgulamışımdır. Diğer bir deyişle yazında paradigma değişikliğine gidilmesi önkoşuldur. Bu yüzden Şiir Sarnıcı’nda, diğer dergilerde belirlenen sıradan dosya konularını yinelemek istemiyorum. Geleceği kurgulayan, gençliğe yönelik, ufuk açıcı, ağzı açılmamış dosya konuları belirlemek istiyorum her sayıda; önceki sayıların dosya konularından gördüm ki bu tür dosya konularına yönelik yayıma değer ürün gelmiyor. Bu sayıdan sonra dosya konusu belirlemiyorum. Demek ki Türk yazını sorunsuz, yetkin bir biçimde yoluna devam ediyor?!
Şiir Sarnıcı’na gönderilen yazı ve şiirler hakkında Yayın Kurulumuzun değerlendirmesini okurlarımızla paylaşmak istiyorum. Şiir Sarnıcı Çıkış Bildirisi’nde de belirtilen önemli bir konuya dikkat çeken değerlendirme şöyledir:
“Dergiye gelen bazı metin ve şiirlerde; özensiz, yerinde olmayan ya da çok sayıda eskimiş sözcük kullanıldığı, günümüz Türkçesine uygun olmayan yazı diline özenildiği gözlemlenmiştir. Bu tür betiklere dergide yer verilmemesi, yazın ve Türk dilinin geleceği açısından daha yararlı olacaktır.”
Yazının gereci dildir; kullandığı dile özen göstermek ve yaşatmak her yazarın öncelikli sorumluluğu olmalıdır. Yalın, temiz bir Türkçeyle yazılmış her metin ya da şiir, nitelikli olduğunda dergide yer alması için çaba gösterilmektedir. Buna karşın pek çok betik, yayın dışı kalmaktadır. Ürün gönderen ve ürünü yayımlanamayan yazar ve şairlerimizin değerlendirme kararını anlayışla karşılamasını diliyorum.
Mutlu ve esenlikli günlerde okumanız dileğiyle…
Derginin geri kalanına buradan ulaşabilirsiniz.
baskaedebiyat baskasanat baskasiir ŞİİR SARNICI yaşar özmen
Last modified: Ağustos 30, 2023