Kent planlaması tarihi, felsefesi ve günümüz uygulamalarında cinsiyetçi ve kadınların gereksinimlerini arka plana iten, marjinalleştiren veya dışlayan yönler göze çarpıyor.
Günümüzde okutulan en önemli modernist mimarlardan biri olan Le Corbusier, tasarımlarında “fallik” ya da eril simgeler çağrıştıran yapıları modellemiştir. Günümüzdeki ulaşım araçları, tren, metro ve otobüsler genel olarak 20. Yüzyılda mimari alanda adından bahsettiren fakat hep geri planda kalan Ernst Neufert’in (1900-1986) erkek bedenini model alarak tasarladığı ölçülerde kullanılmakta ve ataerkil vurgusunu kamusal alanda hissettirmekte.
Necmettin Erbakan Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kentleşme ve Çevre Sorunları Anabilim Dalı öğretim üyesi Esra Banu Sipahi ile kent ve ulaşım planlamalarında toplumsal cinsiyet alanında gözlemlenen eşitsizlikleri konuştuk.
Soru: Günümüzdeki ulaşım araçları, tren, metro ve otobüsler genel olarak erkek bedenini model alarak tasarlanan ölçülerde kullanılmakta ve ataerkil vurgusunu kamusal alanda hissettirmekte. Bu uygulamanın devam ettirilmesi konusunda ne düşünüyorsunuz? Daha spesifik soracak olursam kamusal alan kullanım alışkanlıkları konusunda ne düşünüyorsunuz, değişmeli mi?
Yanıt: Evet. Gündelik hayatın pek çok alanının eril bakış açısıyla planlandığı bir gerçek. Esasen son yıllarda hamileler, engelliler ve bebek arabası kullanan ebeveynler için de ulaşım araçlarında yenilikler yapıldığını görüyoruz. Ancak yalnız ulaşım araçlarının değil, bağlantı alanları, bekleme salonları ya da duraklarda da cinsiyete duyarlı olmayan planlamaya ilişkin problemler yaşanmakta. Sözgelimi güvenli ve uygun şekilde seyahat etseniz bile indiğiniz noktadan varış noktanıza kadar kat ettiğiniz yol açısından sıkıntılar mevcut. O nedenle kent içi ulaşımın bütüncül olarak ele alınması gerekiyor. Pek çok kadının yaşadığı türlü sorunlara karşın otomobili özgürlük olarak görmesi söz konusu sorunların en önemli göstergesi.
Soru: Kent planlamasının tarihinde, felsefesinde ve günümüz uygulamalarında cinsiyetçi ve kadının gereksinimlerini arka plana iten, marjinalleştiren veya dışlayan yönler var mı? Örnek verebilir misiniz?
Yanıt: Elbette. Öncelikli olarak Hippodamos’tan beri planlama alanında da erkek egemenliğini deneyimledik. Planlama yapılırken kadın dostu uygulamaların tercih edilmesi, kadınların kamusal alanda karşılaştıkları güçlüklerin dikkate alınması ve buna yönelik çalışmalar yapılması düşüncesi ancak son yıllarda karşılaştığımız bir durum. Öncesinde ‘kadının yeri evi’ anlayışıyla hareket edilmiş ve kamusal alandaki görünürlüğünün artırılması gibi bir kaygı olmamış plancılarda. Belki güzel kent hareketi döneminde süslü ve ‘kadınsı’ kentler tasarlanmış ancak bu durum kadına yönelik olmaktan çok kentin sanat eseri gibi görülmesinden kaynaklanmış. İşlevin ön plana çıktığı sonraki dönemlerde de cinsiyete duyarlı planlama anlayışı geliştiğini söylemek olanaklı değil. Kamusal alan genellikle erkeğin var olduğu bir yer. Cinsiyete duyarlı planlama, kadın haklarındaki bilinç artışı üzerine gündeme gelen bir kavram. Kadın bakış açısının ve ihtiyaçlarının ne olduğu, planlama aracılığı ile kamusal alanda kadın görünürlüğünün nasıl artırılabileceğine ilişkin yaklaşımlar oldukça yeni. Bunda kadın plancıların sayılarının artması ve karar alıcı konumdaki kadınların artışı da etkili oldu. BM Kadın dostu kentler projesi örnek yaklaşımlardan biri. Ancak bu lokal çalışmaların etkin olduğunu ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldırdığını söylemek güç.
Soru: Şehir planı ve mimari tasarımın toplumdaki cinsiyet eşitliğine yönelik güven hissini pekiştirmesine katkı sağlayacak unsurlar sizce neler olabilir? Kadınlar kendini kentte hangi değişikliklere giderek daha güvende hissedebilir?
Yanıt: Kadınların kendilerini güvende hissetmelerinin öncelikli yolu kadın görünürlüğünün artması. Hiç bilmediğiniz bir kentin tenha bir sokağında gece vakti tedirgin olmadan yürüyen bir kadın gördüğünüzde erkek de olsanız oranın ‘güvenli’ olduğunu hissedersiniz. Tam tersi de olabilir. Çok kalabalık bir yere girdiğinizde orada kadın hiç yoksa güvensizlik algınız artar. Toplum kadın ve erkeklerden oluştuğuna göre günün her saatinde rahatça hareket edebileceğiniz sokaklar, caddeler ve diğer kamusal alanların tesis edilmesi bir gereklilik. Bu yapılırken çoğu zaman çok basit düzenlemelerden faydalanılabilir. Aydınlatmaların artırılması, acil durum butonlarının belirli yerlere yerleştirilmesi, metruk binalardan sokakların arındırılması, çıkmaz sokakların kaldırılması, park yerlerinin ve durakların aydınlatılması gibi tasarım çözümleri bunlar arasında sayılabilir. Ancak kentsel güvenlik yalnız tasarım üzerinden sağlanamayacak kadar komplike bir sorun. Sokakların ve diğer kamusal alanların güvenli kılınması için gelir dağılımında adaletin sağlanması, suç mahallelerin ortadan kaldırılması, göçmenler için sosyal içerme politikalarının devreye sokulması gibi merkezi ve yerel düzeyde koordineli ve dirayetli politikaların uygulanması gerekmektedir.
Soru: Sizce toplumda meydana gelen her şey mekânsal sonuçlar doğurur mu? Mimari açıdan ne düşünüyorsunuz?
Yanıt: Her şey demeyelim ama çoğu şey diyebiliriz. Bireyi ya da toplumu mekandan bağımsız düşünemeyiz. Ama mekanı da bireyi ve toplumu biçimlendiren bir unsur olarak düşünemeyiz. Bir karşılıklılık var. Örneğin Fransız devrimi Paris’in yeniden inşasını gündeme getirmiş. Ya da monarşilerin güçlenmesi ile kent merkezleri saraya doğru kaymış. Görülüyor ki politik gelişmeler mekanı dönüştürüyor. İktidarın ideolojik eğilimleri de mekana yansıyor. Son zamanlarda Türkiye’de yapılan kentsel dönüşüm çalışmalarını ve millet bahçelerini de bu bağlamda yorumlamak olanaklı.
Soru: Kadınların kent deneyimleri yaşlarına, etnik kökenlerine, sınıflarına, sosyal statülerine bağlı olarak nasıl değişim göstermektedir?
Yanıt: Öncelikli olarak sosyo-ekonomik statülerine göre kullanılan kamusal alanlar değişmekte. Orta sınıf üyesi bir kadın ev-iş-avm (pandemi öncesi diyelim) üçgeninde yaşarken, alt sınıf üyesi bir kadın eğer çalışmıyorsa neredeyse mahallesinin dışına hiç çıkamıyor. Çıkanlar ise geleneksel çarşıların bedestenlerin yer aldığı eski kent merkezinde günün sadece belirli vakitlerinde dolaşıyorlar. Üst sınıf kadının varlık gösterdiği kamusal alanlar ise bundan tamamen farklı. Sanatsal, kültürel etkinlikler, lüks oteller, lüks spor alanları ve kulüpler ve çalışanlar için de hipermekanlar onların kamusal alanları. Bu kesimlerin aynı kentte yaşamalarına rağmen neredeyse hiç karşılaşmadıklarını söylemek mümkün. Etnik gruplara göre de kamusal görünürlük değişkenlik gösterebilir elbette.
Soru: Kadınların kentteki varlığı nasıl daha egemen kılınabilir?
Yanıt: Öncelikli olarak kadınları güçlendirerek. Nasıl yapacağız bunu? Eğitimden başlayarak. Aile içi eğitim en önemlisi ancak bu göz ardı ediliyor. Bizim gibi ataerkil toplumlarda kız çocukları anne karnından itibaren toplumsal cinsiyetçi kodlara ve muamelelere maruz bırakılıyor. Üstelik onları dünyaya getiren ve özveriyle büyüten annelerden başlayarak. O nedenle ebeveynlerin eğitimli ve bu konuda bilinçli olması son derece önemli. Kız çocuklarını kendine yetebilen, güçlü ve değerli hissettirme konusunda bilinçli olmalılar. Okul hayatında da cinsiyetçi uygulamalar devam ettiriliyor ne yazık ki. Bu konuda kasıt ya da art niyet değil, farkındalığın olmayışı esas mesele. O nedenle hem ailelerin hem de eğitimcilerin toplumsal cinsiyet eşitsizliği konusunda bilinçlendirilmeleri gerekiyor. Burada kır-kent ayrımı da yapılmamalı. Kız çocukların eğitim hayatına devam etmeleri ve meslek sahibi olmaları onların kentteki görünlüğünü artıracak en önemli adım. Gündelik hayatın içinde ve aktif olmaları önemli. Bunun için de istihdam ve çalışma politikalarının revize edilmesi şart. Kadınların çoğu aynı emeği verseler de aynı terfileri almıyor, karar alıcı konuma gelemiyorlar. Gelebilenlerin de sayıları o kadar az ki etki yaratamıyorlar. İş hayatındaki varlıkları arttıkça kentteki varlıkları da artacak. O nedenle çocuklarının bakımı gibi sorumlulukların ve toplumsal cinsiyet algısı gereği üzerlerine bindirilen yüklerin hafifletilmesi önemli. Öte yandan günümüz kentlerinde suç ve şiddet oranlarındaki artış ve medyanın da sürekli bunu pompalamasının kadınları kamusal alanlardan uzaklaştırdığını belirtmek gerekiyor. Sokakları güvenli bulmayan kadın kendi başına bir yere gitmeye çekiniyor ve bir kısıtlılık döngüsüne ve özgüvensizlik sarmalına sürükleniyor. Özetle, kadının güçlendirilmesi ve kentsel kamusal alanların güvenlikleştirilmesi meselesi birlikte ve kurumlar arası işbirliği içinde ele alınması gereken konular. Eğitim politikasından, göçmen politikasına, ekonomi politikasından, kırsal kalkınma politikasına değin birçok politika alanında cinsiyete duyarlı politikaların varlığına ihtiyaç bulunuyor.
Kentin güvenilir alanlarını inceleyen bu tabloda yaşadıkları kente göre öğrencilerin %33,4’ünün sokak aydınlatmalarının yeterli olduğunu düşünmekte. Kadın öğrencilerin %32,6’sı mahkemelerin yeterliliğini savunurken, suç mahallelerinin rehabilite edilerek kente kazandırılması (%39,4) yeterli görünmemekte.
“Bu yazı orjinal olarak 9.Köy websitesinde ve Ankara Gazeteciler Cemiyeti’nin AB destekli projesi kapsamında Özge Güzel Özçiçek tarafından yayınlanmıştır.“
Kamusal alan toplumsal cinsiyet
Last modified: Nisan 24, 2022