Yazan: 9:45 am
Kategori: Edebiyat, Sanat

Tahmini okuma süresi: 4 dakika

Denizin Ortasında

“Denizde yaşayan genç kalır, sen hiç yaşlı balık gördün mü” Kaptan Cousteau

Denizin Ortasında

Sabahın ilk ışıklarında doğanın sessizliğini yırtanlar horozlar ve balıkçılardır. Limandan ayrılan balıkçı teknelerinin yarattığı ufak dalgaların kıyıya bağlanmış diğer tekneleri beşik gibi sallayışlarını zevkle izliyorum. Bir taraftan kediler, gamsız vaziyette karaya çekilmiş ağların arasından çürümeye durmuş balıkları bir güzel mideye indirirler.

Derken Murat reis beni görüp tekneden seslenir:

“Hayırdır erkencisin filozof, daha vakit var denize kavuşmaya.”

“Reis, bu güzel havada duramadım dört duvar arasında gelmiş bulundum.”

Demeye kalmadan elindeki rakı dolu bardağı görünce bir tebessümle:

“Asıl erkenci olan sensin reis, daha akşamı var bu koca günün. N’aparsın be filozof, bu güzel havaya güneşin şavkına suyun mavisine dayanamayıp başlamış bulunduk. Bak görürsün bugün balıkları ağlatacağız, tam tirsi havası var.”

Bir sigara sarılıp karşılıklı içmeye koyulunur. Ee böyledir işte denizle yatıp kalkan insanın hali. Denize çıkınca insana bir haller olur; karadaki sorunlar unutulur. Havadan rüzgârdan konuşulup hangi bölgenin daha iyi balık yaptığı tartışılır. Bodrum’un her bölgesi işaretlidir bu minvalde:

“Salih adasına akşam üstü gidelim, melanur o zaman belirir. İkiz adasına gitmek için geç kaldık, geceden çıkılmalıydı şimdi Güvercinlik’te oynaşıyordur balıklar.” denilir.

Güneşli bulutsuz bir havada ağlar atılır atılmaz aniden martılar doluşur gökyüzüne. Martılar her defasında biri tarafından haber verilmişçesine uzaklardan gelip ağlardan kaçmaya çalışan balıkları silip süpürürler. Onların kısmetiymiş n’aparsın demeye kalmadan güverteye alınan balıklara dadanmaya çalışır üstüne bir de utanmadan kahkahaya varan çığlıklar atarak volta atarlar.

Bir balıkçıyı neşesi yerinde görmenin en doğru zamanı ağlardan balıkları tekneye çıkarıp çeşitlerine göre kasalamaya başladığındadır. Can havliyle kımıldanan çupralar, istavritler, tirsiler. Şanslıysak tek tük levrek, lüfer, mercan işin cilvesidir. Gün gelir iki gün boş dönülür. Gün gelir para etmeyen küpes, ısparoz tutulur, hiç güverteye alınmadan olduğu gibi denize dökülür. Ama şansımız varsa bir de reisin neşesi yerindeyse değmeyin keyfimize. Hemen eldeki malzemelerden salata yapılır. Balıklar bir güzel mısır ununa bulanıp yağlanmış tavaya atılır. Denizdeki balık ağlatıldıysa, eğer reis rica minnet zorlanıp zulasındaki rakıdan birer kadeh nemalanılır. Ne güzeldir denizin ortasında mutlu yüzler, mutlu mideler. Cilasında çay demlenip üst üste sigaralar yakılır, türküler söylenir. Hikayeler birbirini kovalar ama uyarayım bol şerbetli, bol palavralı hikayelerin ardı arkası kesilmez, ayarı kaçar, ne gerçek ne yalandır anlatan bile bilmez.

“Yok şöyle büyük bir trança tuttum şu koyda, yok efendim insan boyunda akya yaparmış eskiden buralar, kofanasız, palamutsuz bir gün geçmezmiş, nesli tükenmekte olan ve derin kayalıklarda yaşayan orfoz balığını bile oltamızdan düşürmezdik martavalları. Zamanla insan alışıyor hatta hoşuna da gidiyor bu hikayeler, n’aparsın denizin ortasında insan hep çocuktur. Ayrıca karada insanın birbirine söylediği yalanların yanında bunlar çok masum ve eğlenceli olur.”

Denizde akşam ayrı bir zevklidir. Ağlardan balık çektikçe eline gelen tuzlu suyun parıltılı yakamozları gökyüzünü kaplayan yıldızlar en güzel denizden görülür. Sirius‘u Aldebaran‘ı görünce mutlu olur insan, hele Arcturus görününce tamamlanmış hisseder. En güzeli kalamar ve sübye avıdır. Evvela nedendir anlatayım: Ay’ın olmadığı karanlık akşamlarda suyun sakinliğinde olur kalamar. Bu canlılar derin sularda yaşar ne var ki ışıktan pek hoşlanırlar. Akşamın siyahlığına inat teknenin altındaki spot ışıkları suya tutulur, teknenin motoru kapatılır. Eğer kıyıya yakınsak çapa atılır. Bir iki saat içinde balıklarla birlikte kalamarlar, sübyeler hatta bazen ahtapotlar toplaşmaya başlar. Tayfa bu arada kamarada uyumaya ya da çay eşliğinde muhabbete koyulur. Tek kural güvertede dolaşırken ayaklarımızla çok ses yapmamaktır. Çünkü sesi hisseden balıklar kaçar. Bu zaman ne kadar uzarsa o kadar çok balık toplanır. Bazen 3-5 saat arası beklenir. Bu aşamada dileyen oltaları eline alıp iğnenin ucuna zoka takarlar. Bu sahte parlak balık görünümündeki yemleri kalamar ve mürekkep balıkları çok sever. Zokayı yerlerse ne mutludur. Bense bunlara aldırış etmeden kaptanın dümen kamarasının üstüne çıkar sigara ve kahve eşliğinde yıldızları seyre dalarım. Telefon uygulamasından yıldızların isimlerine bakar, ismini ve konumunu sevdiğim yıldızları ezberlemeye çalışırım. Mesela Hamal Merak isminde yıldız isimleri vardır ki bu kelimelerin Türkçede bir karşılıklarının olduğunu bilmek ayrıca mutlu eder. Tabii ki çoğu yıldız ismi Arapça kökenlidir. Çölün ortasındaki bir bedevi ile yıldız ismi konusunda kimsenin yarışacağını da düşünemem zaten.

Vakit geldiğinde artık balıkçı tulumunu ve botları giyip öncesinde arayıp limandan çağırdığımız dost teknenin ışıklarını görür ve ardından balığa bulanacak ellerimin farkına varıp bir sigara yakarım. Gelen dost tekne reisin komutuyla etrafımıza daire şeklinde ağlarını atmaya başlar. Bu işleme “gırgır” denir. Normalde vole teknesi olup bu şekilde avlanması yasakken, ağlarına mapalar bağlayıp ırgatla çekerek bir şekilde kendilerini gırgır teknesi yaparlar. Yasak yakalanana kadar yasaktır ve yakalanmamak için bin bir türlü numara vardır. Ayrıca balıkçılar birbirlerini kollarlar. Limandan ayrılan bir sahil güvenlik olduğu vakit herkes birbirine haber salar. Atılan ağlar ucundaki kurşunlar sayesinde dibe iner ve ortak halatla ırgata çektirilir. Yaklaşık otuz metre çapındaki ağlar toplanarak balıkların kaçacağı bir aralık bırakılmaz. Ağlar düzgünce güverteye istif edilir. Ağlara takılan balıklar toplanır ve kalan balıklar sahanda kaynayan denize bırakılır. İşte bütün bu işlemlerden sonra kalamar, barbun, kolyoz dolan teknenin içinde bir sükûnet oluşur. Balıklar telaşla ölümlerine koşarken bir sigara molası verilir. Bazen başa bela vatoz balıkları çıkar ağların içinden. Bu acayip canlıların kuyruğunda bulunan iğneleri bir insanı sokarsa ki sokmaya görsün acılar içinde günlerce kendine gelemez. O vakit genç tayfadan birisi heyecan olsun diye vatoz henüz canlıyken kuyruğundan tutup iğnesini bükerek koparır ve o iğneyi vatozun gövdesine saplayarak öldürür. Ardından da denize geri atar.

“-Ulan denize atacağımız balığı niye öldürdün, bıraksaydın da yaşasaydı?” dememize rağmen pişkin bir şekilde sırıtır, kimse de ses çıkarmaz, işe devam edilir.

Bütün güzelliklerine rağmen böyledir işte balıkçılık. Deryada balık çoktur, insanda da akılsızlık… N’aparsın, binlerce yıllık bir mücadeledir bu, insanın doğayla ve kendiyle olan savaşı. Hemingway, yaşlı adam ve deniz kitabında Kübalı bir balıkçıyı günlerce kılıç balığının peşinden koşturup “insan yenilmek için yaratılmamıştır” dedirtir.

Sabahın ilk ışıkları görülmeye değerdir denizin ortasında. Şu küçük tekneye ne hikayeler sığdırılır! Güneş yeni bir günün habercisi iken balık yüklü tekne kıyıya yanaşır.

(Visited 146 times, 1 visits today)

Last modified: Aralık 10, 2023

Kapat
error: İçerik Korunmaktadır / Content is protected !!