FİKİR ÇATIŞMALARI
“Açıklamalarla vaktini harcama, insan sadece duymak istediklerini duyar.”*
İnsanın uzun uzun açıklayası geliyor oysa. Sahiden nasıl göz yumuyoruz görmek istemediklerimize. Duymak istemediklerimiz nasıl da uzaktan yükselen bir yankı gibi gelip geçici olabiliyor. Gerçekler birdenbire yel esintisiyle uçup gidiyor sanki. Bazen farkındalıkla bazen bilmeden ve hatta ‘yönlendirilerek’ öyle ustaca yapıyoruz ki; bağırılsa da büyük harflerle yazılsa veya ısrara vurulsa da söylenilenlerin ederi olmuyor. Çünkü insan tam da bu esnada çok yönlü seçiciliğini ortaya koyuyor tekrar. Her konuda seçim içerisine giriyoruz. Bu artık öyle bir hal alıyor ki seçimler arasında atlı koşturuyoruz. Hangimizin atı öne geçerse o kazanıyor sanki ve sırf bu yüzden durmaksızın kırbaçlıyoruz, ama can yakıyoruz…
Zamanla saygıyı ve anlayışı yitiriyoruz. Kontroller elimizde sanırken oynatılan bir kukladan farkımız kalmıyor. Atları koştururken gözlüklerini takmayı da biz üstleniyoruz sanırım… Upuzun bir yol ama kenarı köşesi yok sadece bir noktasına bakarak öylece ilerliyoruz. Oysa yolun sağ tarafını izlerken sol taraftan kaçırdıklarımızdan ibarettir bize dayatılanların her biri.
Peki sizin sağ tarafı izlerken sol taraf geliyor mu hiç aklınıza? Kaçırmadığınıza emin misiniz? Derken tonlarca soru sorası geliyor insanın, çünkü; bölünüyoruz. Günümüzde öyle bir raddede ki bu, bir kısım sağdan soldan haber beklerken, diğer kısım hiç dinlemediği halde yalanlıyor körü körüne. Dinleyenler de irdelemiyor zaten, ne kadarı doğru, ne kadarı yanlış diye. Kabulleniyorlar. İlerleyeceğimizi umduğumuz günlerin giderek geciktiğinin kanıtıdır söylenilenlere biat etmek. İnsanların gündemi ve rotası öyle hızlı değişiyor ki yetişeyim derken yoruluyorsunuz.
Biri çıkıyor ‘hiç haberiniz var mı şunlar şunlar oldu, siz ayakta uyuyordunuz’ diyor alkış tutuyorlar. Neden alkış tutuyorlar? Tüm bunlar olurken sesi çıkmayanın olup bittikten sonra ortaya dökmesi, kendini aklar mı? Aklamaz, onu biz aklıyoruz. Herkes duymak istediğini duyuyor. Kimi kendi hayali dünyasını güzellerken, kimi gerçeklerle boğuşuyor. Bu ikilinin arasındaki uçurumda ben boğuluyorum. Kimine göre her şey şık, kimine göre karmakarışık…
Nasıllar dolanıyor dilime konu putperestlik olunca. Nasıl sorgulamadan? Nasıl üstüne düşmeden? Nasıl duymadan? Nasıl görmeden? Nasıl kesinliğini bilmeden? Nasıl doğrusunu yanlışını ölçmeden? Nasıl bu kadar kendinden emin ve temkinli? Nasıl, nasıl, nasıl..?
İnsanların savaşından daha yaralayıcıdır bana sorarsanız zihinlerin savaşı. Her savaşın bir sonu vardır. Her savaş, eninde sonunda durulur köşesine çekilir. Ama fikirler gittikçe büyür. Katılanı oldukça çığ etkisi yaratır. Yarattığı bu etki, fikirlerine uymayan her şeyi anlamsız kılar gözlerinde. Savaşlar kanlı, fikir savaşları da kinlidir. Herhangi bir fikre biat etmenin nefreti önce düşüncelere, sonra görüşlere, sonra o görüşlerin yetiştirdiği nesillere ve nesillerin temsil ettiği düşünce yapısına dolar. Tüm bunlar da fikir çatışmalarının nasıl kine bulanmış bir kısır döngüde oluşunun somut halidir. Saygınlığın, hür irade bilincinin ve fikir özgürlüğünün temelleri bu konulardan çürümeye başlamıştır.
İnsanlık tarihini üstünkörü incelerseniz yüzyıllardır süren fikir çatışmalarına hemen hemen her konuda rastlarsınız. Dinsel, toplumsal, sanatsal, siyasal ve daha nice kulvarda dayatılana biat edenlere karşın kendi sınırını kendi belirlemek isteyenler çatışmış, ne yazık ki yüzyıllar boyu arpa boyu ileri gidilememiş. İlkel dönemden günümüze kadar ‘değişmeksizin’ devam eden görüş ayrılıklarının beraberinde getirdiği yankı giderek büyümüştür. Oysa düşününce; seneler, mevsimler, insanlar, imajlar ve daha nicesi bile değişirken ilkellik konusunda bir adım bile ileri gidemeyip aksine geri geri ilerlediğimiz şu zamanlarda “gelişmiş çağ” olarak andığımız çağın, geçmiş tekrarı olduğunu fark etmek kadar üzücü ve gelecek umutlarını karartan çok az şey vardır.
İnsanları yönelimlerini, sevdiklerini, desteklediklerini yargılayıp bundan hiç çekinmiyoruz. Küstahlığımızın altında yatan cehalete sayfalarca yazasım geliyor lakin ne yazmak ne de anlatmak, kabullenilmiş bir cehaleti irdeleyemeyeceğinden içimden geçirdiğim nice cümleyi tekrar içimde noktalıyorum.
Velhasıl kelam.. Bozuk saat bile günde iki kez doğruyu gösterirken, yüzyıllardır aynı konuların biraz daha yükselecek medeniyet seviyemize hâlâ çelme oluşu; durup durup unutulduğu yerden nüksedişi, bizim saatimizin bozuk değil, belli konularda belli tarihlerde durduğunun göstergesidir. Nedenlerin nasılların içinde boğulurken tekrar hatırlıyorum kendime anlatmanın sadece vakit kaybı olduğunu ve sadece duyulmak istenenin duyulduğunu. Çünkü bunu kendimize hatırlatmamak, açıklamaların yerlerine ulaşacağını düşündüren ümitli bir şey. Yıllardır küs olan iki insanı barıştırmak gibi bir şey..
Gereksiz ümitlere ne hacet. Yılların eskitemediği zihin zincirini benim serzenişlerim kırsa keşke. Ama belki eninde sonunda bir gün, olması gereken medeniyet seviyemize ulaşmamızı çok isterim. İsteyin. Düşünün diyemiyorum çünkü artık onu bile yasaklıyorlar. Ama içten içe isteyin, henüz yasaklanmadı çünkü…
FİKİR ÇATIŞMALARI
Last modified: Temmuz 1, 2021