Eşitlik iddiasıyla cennetten kovulmayı göze alan Lilith’in torunlarının bu kadar kolay ikna olacağını düşünemezsiniz herhalde.
Ne bu yazı bir film eleştirisidir ne de yazanın sinema bilgisi ortalama bir izleyicinin üzerindedir. Söyleyeceklerim bütün Leylaların hakkını savunma ihtiyacı ile ortaya çıkmıştır.
Kimdir Leyla? Mecnun’un sevdiği kadın. Bir erkeğin varlığıyla birlikte tamlama oluşturabilen kadınlardan sadece biri. Erkeğin sevgilisi, annesi, kızı, kardeşi olarak kimliklendirilen kadınların dünyadaki herhangi bir örneği. Leyla’yı edebiyata kazandıran Arap mesnevileri oldu, oradan İran’a ve Anadolu’ya geçti. Bizdeki benzerleri içindeki eşsiz örneğini Fuzuli yazdı ve Leyla ile Mecnun denildiğinde akla gelen ilk isim olmayı başardı.
Leyla İbranice gece kelimesinden geliyor; gece gibi, karanlık anlamlarını taşıyor. Yaşam kaynağı güneşin, gündüzün sahibi erkek olunca haliyle zıttı olan ay ve gece kadına kalıyor. Leyla’nın hayatı da bahtı da saçları da gözleri de yüzündeki benleri de bu yüzden gece gibi simsiyah tasvir ediliyor. Leyla’ya düşen aslında geceye düşüyor, Leyla erkeği belaya, acıya, çağırıyor.
Mesnevi geleneğinin sona ermesiyle Leyla’nın popülerliği azalmıyor elbette. Tanpınar’ın Leylası’nın gözleri ela ancak saçları bahtından daha siyahtır. Vecdi Bingöl’ün yazıp Sadeddin Kaynak’ın bestelediği bir özge can olan Leyla ise dillerde söylenen, yollarda gözlenen, yürekten özlenen, her gönülde olan bir arzu. Leyla’yı herkes seviyor fakat Mecnun’dan beri kimse elde edemiyor. Bir hayal, gerçekleşmesi imkânsız bir emel.
Hep sevilir hep özlenirken Leyla’ya da ne hissettiğini sormak Sezai Karakoç’a kadar kimsenin aklına gelmiyor. Leyla Köşesi şiirinde bir de Leyla’nın köşesinden yani aşkın kadın adlı penceresinden bakmaya karar veren şair bize bambaşka bir Leyla portresi çiziyor. Siyah çerçevesi gün tarafından kırılan Leyla Mecnun’dan başkasıyla evlenmiş lakin huzursuzdur. Deliliği alıp giden mecnun rahattır tabii. Leyla, Mecnun’u bekler, beklerken de Tanrı’ya yönelerek gerçek aşkı bulur. Aynı yüzyıllar önce Mecnun’un yaptığı gibi…
Leylaların bu pasif tasviri yalnız onlara özel değildir aslında. Şirin’in, Aslı’nın, Arzu’nun ya da modern zamanlarda kaleme alınan binlerce kadın kahramanın da kaderi budur. Edebiyat sevilen, istenen, dillere destan güzelliklerine rağmen kendi istediği erkeğe kavuşamayan kadınlarla doludur. Kendi kararını verip erkeğini seçmeye kalkan kadınların sonu ya berbat bir hayatta perişan olmak ya hasta olup ölmek ya da kendini öldürmektir. Biz de Bihter, başka yerlerde Anna sırf istediği adamın peşinden gitmeyi kendi seçtiği için öldürür kendini. Gerçi onlar da türlü oyunlara gelmişlerdir ya, bu da başka bir yazının konusu.
Ezel Akay’ın 9 Kere Leyla’sı bana tanıdığım bütün Leylaları baştan düşündürdü. Leyla’nın atası Lilith’ten beri nasıl bu kadar değişebildiğini hatırlattı. Feministlerin gayet yakından tanıdığı Lilith anlatılara göre Adem’in topraktan yaratılan ilk eşidir. Ancak onun altında olmayı ve ona boyun eğmeği kabul etmediği için lanetlenmiş ve cennetten kovulmuştur. Havva ondan sonra gelen, boyun eğen, Adem’in kaburgasından ibaret “makbul” bir varlıktır. Bu yüzden insanlığın anası olmayı haketmiş ve yasak elmayı yemesi Lilith gibi şeytanlaştırılmamış, dünyaya kovulmakla üzeri kapanmıştır.
Havva uysaldır, rolü eş ve anne olmaktır. Lilith ise tek başına olmayı tercih etmiş bir şeytandır. Çocuklara ve kadınlara musallat olup aklını çeldirecek bir musibettir. Bu bilgilerin çoğu en eski kitabi din olan Yahudilikte halk anlatıları olarak kabul edilirken son din olan İslamiyet’te pek kabul görmez. Lilith’in varlığı toptan reddedilir. Kutsal kitapların hiçbirinde onunla ilgili bir ifadeye rastlanmaz.
Dişi şeytan Lilith kızıl saçlarıyla tasvir edilir. Ancak onu Leyla ile ilişkilendirebileceğimiz önemli bir ayrıntı vardır. Gece ve ay. Astrolojide siyah bir ayın femina ile birleşimi onun sembolüdür. Yani Leyla gibi ayın, gecenin ve siyahın parçasıdır. Mor rengi çok seven bu tehlikeli kadının ismi zamanla gece hayaleti anlamına gelir ve zaman içerisinde Leyla’ya dönüştüğü söylenir.
Lilith’in kendini savunmasıyla başlayan Ezel Akay filmi, Leyla ve Lilith’in tüm karanlık tasvirlerine inat rengarenk görüntülerle işlenmiş ve doğu masallarını andıran abartılı sahneler, oyuncuların büyük hareketleriyle bezenmiş. Önceki filmlerinde de bunu yapmayı tercih eden yönetmen bize gerçek hayattan bir parça sunmak yerine elimizden tutup masal dünyalarına götürmeyi muhtemelen seviyor*. Kızıl ve turuncu ağırlıktaki kıyafetler, dekor, bunlarla kontrast oluşturan mor rengin kullanımı, her fırsatta karşımıza çıkan kıpkırmızı elmalar gerçek dünyada karşılığı olmayan karakterler arasında aslında çok bilindik bir hikâyeyi görüyoruz.
Genç, güzel ve onu yoldan çıkaran kadına aşık olup karısından boşanmak isteyen adam: karşınızda Adem. Ve tıpkı filmdeki elmaların rengine benzeyen kızıl saçları, elmaların içi gibi bembeyaz teniyle aşık olduğu genç kadın Nergis. Filmdeki hiçbir isim tesadüfi olarak seçilmemiş, Nergis’te de Narkisos’un kendini beğenmişliğini, bencilliğini görüyoruz. Nergis filmdeki yasak elmamız. Eşinden sıkılıp genç bir kadına yönelme durumunu günümüz televizyon dizilerinde sık sık karşılaştığımız gibi dramatize etmeye kalkmayıp direkt karısından kurtulmak için onu öldürme fikrini de aklına sokuyor yönetmen Ademimizin. Zaten erkeğimizin karısı Leyla’yı öldürme planları filmin esas gövdesini oluşturuyor.
Ancak Leyla yukarıda saydığımız Leylalardan farklı bir kadın. Bütün mülkiyeti elinde tutuyor, ailenin değerli eşyalarının nasıl kullanılacağına tek başına karar veriyor. Aslında evliliğinde kocasına hükmediyor. Onu zaman zaman fakir insanlara yemek dağıtırken, konfeksiyonda çalışırken, hatta adliye önünde feminist eylemlere katılırken de görüyoruz. Leyla evliliği de mülkiyet olarak görüyor. Yani Leyla aslında güçlü ve bilinci yüksek bir kadın. Peki ne oluyor da Adem’den ayrılmak yerine onunla evliliğini sürdürmek için çabalıyor?
Bunu filmin sonunda öğreniyoruz. Filmin sonunda erkeğin en iyi bildiği işin öldürmek olduğu, erkekliğin doğuştan gelen bir hastalık olarak kabul edilmesi gerektiği söylenirken neredeyse feminist bir manifestoyla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Hatta ölen erkeklerin üzerinde dans eden kadınların görüntüsü olay örgüsünü gören izleyici için vahşi bir intikam ritüeli gibi zevk veriyor diyebilirim.
Lilith’in savunmasıyla başlayan film Leyla’nın ölümsüz Lilith’e dönüşmesi ve bize hikayesini anlatmasıyla son buluyor. Ne yaparsa yapsın şeytanlaştırılmaktan kurtulamayan Lilith bir de böyle deneyeyim, erkeklerin istediği gibi olayım diye domestik rolleri kabul etmiş, evinin kadını olmaya razı gelmiştir. Ancak böyle yaptığında da yine sonuç aynıdır. Oğlu bile onun düşmanı olarak karşısındadır. Neden? Oğul da bir erkektir de ondan.
Bu kadar net bir mesajla bitirilen filmin fragmanını ilk gördüğümde kendimi sinirlenmekten alamamıştım. Nasıl yani, her gün neredeyse bir kadının öldürüldüğü ülkede bir adamın karısını öldürmesi üzerine komedi filmi mi çekmişti Ezel Akay? Aslında böyle yapmamıştı fakat filmin tanıtımı tamamen bunun üzerine kurulmuştu. Çünkü feministler fragmanı görünce sinirlenecek, sosyal medyada tepki gösterecek, yönetmen de ya cevap vermeyerek karizmasını koruyacak ya da filmin sonunu izlemiş olan izleyiciler tarafından korunacaktı.
Feministlerin sesini duyurmak konusundaki başarısını reklama çevirmek popüler bir platformda yayınlanan film için gerçekten mantıklı bir reklam stratejisi. Bu yüzden her ne kadar filmin sonunda cinayet girişimlerini fark ettiği halde anlamazlıktan gelen Leyla’nın ölüm dansını izleyecek olsak da dakikalar boyunca bir kadının öldürüleceğini düşünüp buna gülmesi beklenen (ki film bir komedi) izleyici olmak gerçekten katlanılması zor bir durum. Üstelik Adem’in “Cinayet olsa kolay ama kaza süsü…” gibi söylemleri bu ülkede erkeklerin gerçekten aklından geçirdiğine emin olduğumuz fikirler. Bunu bile bile filmin sonunu getirmek insanın canını acıtıyor.
Peki filmin tek problemi bir kadın cinayetini güldürü malzemesi haline getirmesi mi? Sanatın konusunun sınırlanmasına karşı olmakla birlikte yaşadığımız coğrafyada yüzyıllardır süren acılar üzerinden espri yapılabilmesini çok acı buluyorum. Başka biri çıkıp bunun da bir eleştiri yöntemi olduğunu söylerse karşı duramayacağım elbette ama öldürülen cinsin bir bireyi olarak ölümüme dair esprilere gülebilen birilerini görmek nasıl beni acıtıyorsa bu durumun diğer tüm ötekiler için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple Kürtlük, Alevilik, queer olmak, vs. üzerinden yapılan şakaları pek komik bulmuyorum. Buna gülebilen insanların bizim mücadele ettiklerimizden habersiz mutlu bir masalda yaşadığını düşünüyorum.
Başlangıçta da söylediğim gibi bu bir film eleştirisi değil, Lilith’i Leyla’ya dönüştürüp ideal bir maşuk (kendisine aşık olunan) haline getiren insanlığa “Hayır, Lilith kendi isteğiyle, güle oynaya Leyla olmayı kabul etmezdi!” deme çabası. Sanırım bir izleyici olarak dokuz kere ölümden dönüp hayatta kalabilen Leyla için mutlu olmak yerine Lilith’in bu yaşam standartlarına sahip olma isteğine üzülerek bitirdim filmi. Bütün erkekleri toparlayıp cehennemin dibine sokan film Leylaları şiirlerden, romanlardan tanıyıp haklarını savunmak peşine düşen beni rahatlatmadı.
Çünkü ben Leylalar için cennet değil dünyada mutlu olma hayalleri kuruyorum. Filmin sanatsal kısmını konunun uzmanları mutlaka değerlendirecektir, benim söylemek istediğimse kadınların problemlerine dokunan birkaç replikle, erkek cinayetlerine küçük göndermelerle gönlümüzün alınamayacağı. Eşitlik iddiasıyla cennetten kovulmayı göze alan Lilith’in torunlarının bu kadar kolay ikna olacağını düşünemezsiniz herhalde.
*7 Kocalı Hürmüz, http://www.beyazperde.com/filmler/film-175284/
Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü? http://www.beyazperde.com/filmler/film110141/
Neredesin Firuze http://www.beyazperde.com/filmler/film-58929/
9KERELEYLA EZELAKAY FEMİNİZM LİLİTH SİNEMA
Last modified: Aralık 13, 2020