Yazan: 11:56 pm
Kategori: Edebiyat, Sanat, Serbest Kürsü

Tahmini okuma süresi: 3 dakika

YAŞARken KEMALe Ermek

Yaşar Kemal hemen her söyleşisinde şu cümleyi kurardı: Roman insanı anlatır; roman ancak insanı anlattığı zaman roman olur. YAŞARken KEMALe Ermek

YAŞAR KEMAL

Dünyanın bütün kötülüklerine başkaldır. Bazen senin iyiliğin başkasının kötülüğüne de olabilir. Kendi iyiliğine de başkaldır.

(İnce Memed, 1955)

YAŞARken KEMALe Ermek

Yaşar Kemal hemen her söyleşisinde şu cümleyi kurardı: Roman insanı anlatır; roman ancak insanı anlattığı zaman roman olur.

İnsanı roman kılan yazarımız ben de dahil olmak üzere koca bir nesli ideolojik anlamda aydınlatmakla kalmayıp dünyevi görüşlerini de etkiledi. Hiç öyle “Felek yazmış bu yazıyı n’idelim?” diyen biri olmadı Kemal, kaleme aldığı İnce Memed de olmadı. Bizi onlara yakın hissettiren buydu belki de. Edebiyat tarihimizin en cesur erkeği ödülünü onun insan kıldığı bir kitap karakterine vermemiz garip olmazdı. Gelin kitabın yaratılış ve hala daha çok okunanlardan bir gün olsun inmeme serüvenine kısaca göz atalım:

Serinin ilk kitabı olan İnce Memed, dönemin diğer yapıtları gibi ilk dönemler tefrika ediliyor Cumhuriyet gazetesinde, 1955’te de eser Çağlayan Yayınları tarafından iki cilt olarak kitap halinde basılıyor. Basıldıktan bir yıl sonra da dönemin birçok aydınını sahiplenen dergilerden Varlık dergisinin düzenlemiş olduğu Roman Armağanı ödülüne kavuşuyor. Romanımızın kazanımları bununla da kalmıyor, Barış Ödülü başta olmak üzere onlarcasını ekliyor heybesine.

Ardından dünyanın dört bir yanından gelen bitmek bilmeyen övgülerle beraber; İnce Memed, yaklaşık kırk dile çevirilerek yayımlanan ve kitaplarının yurtdışındaki baskısı yüz kırktan fazla olan bir yapıta dönüştü. İlk olarak 1957’de Bulgarcaya çevrilen eser, 1959’daysa Nazım Hikmet Ran tarafından Rusçaya çevrildi. 

Yaşar Kemal’imiz, dönemin medya ve politik zemini yüzünden hak ettiği Nobel’i hiç alamadı. Edebiyat dünyasının en gizemli soru işaretlerinden biri olarak da kaldı bu durum. Öyle ki kutsal hegomanyamızın(!) karşıtı oluşuna istinaden ajan bile denildi arkasından. Başkaldırıların yazarı, hiçbir figürü tatmin etmemişti. Ayrıca Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilen ilk Türkiyeli Kürt yazar kendileri. Direnişine ara vermeden Nobel’den bir kez olsun vazgeçmedi ve ölene kadar başvuracağını söyledi.

Eserlerinde Anadolu’nun keşmekeş hallerini, efsanelerini ve masallarını yansıtırken bunu öyle bir ustalıkla yapıyor ki kendimizi zaman makinesine binmiş gibi hissediyoruz onun süzgecinden geçerken. 1942 yılında ise Ülkü dergisinde geçen “ümit” kelimesinden çok etkilenmesiyle beraber, Türkçe’ye “umut” olarak geçirip lügatimize anlamlı bir kelime daha ekliyor. Roman ve hikayelerindeki kelimeler öylesine kendine hastır ki birkaç kitabını okuduktan sonra zaten Yaşar Kemal’in de başlı başına bir dil, bir dünya olduğunu fark edeceksiniz. Öyle ki ünlü dilbilimci Ali Püsküllüoğlu’nun sadece onun eserleri anlaşılsın diye yazdığı bir “Yaşar Kemal Sözlüğü” bile var.

Kendisi Uluslararası P.E.N. Kulüpleri Federasyonunun -ki bu federasyon yurtdışında 1921 yılında kuruluyor- ülkemizdeki merkezinde, 1950’de Halide Edip Adıvar’ın girişimiyle kurulan Türk P.E.N’e { poets (şairler), playwrights (piyesçiler), essayists (denemeciler) ve novelists (romancılar) }üye oluyor. Gerçi üye sonradan 12 Eylül 80 darbesi üzerine dağılıyorlar fakat yeni bir “P.E.N Kulüp” kurulması amacıyla 1988’de dönemin Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanı Aziz Nesin’in girişimleriyle yeniden kuruluyor. 

Canım yazarımız ilerleyen yıllarda kitabın devamı niteliğinde üç roman daha yazıp roman karakteri Memed’imizin öyküsünü 1987’ye kadar getiriyor. 

Roman genel itibariyle 1923/1933 yıllarını dolayısıyla cumhuriyetin ilk zamanlarını ele alıyor. Tabii yoğun bir hiciv ve tasvirler barındıran bir üslupla.

YAŞARken KEMALe Ermek

“İşte bu iyi,” dedi. “Ağasız köy! Herkesin kazandığı, herkesin olacak.” (İnce Memed I.)

Bir isyan türküsü gibi olan bu seri; Anadolu halkının cahil bırakılmışlığını, geri kalmışlığını, haksızlığa uğrayışını, köy hayatının sefaletini ve dönemin ağalarının aslında her dönemde olduğu gibi tüm yöreye tamamen hakim olması üzerine edilen bir feryat biçimidir.

Aslında günümüzde bile Abdi Ağa’nın elleri boynumuzdadır. İnce Memed gibi dağa değilse bile iç dünyamıza kaçarız. Bazen dostumuz Mustafa ile uzak diyarlara gitme cesaretini ediniriz bazense âşık olduğumuz Hatice için, çocuğumuz için bundan vazgeçip öylece teslim oluruz. Bir gün dayanamayız belki, canımıza tak eder, alırız silahı Abdi denen ağayı vururuz. Bütün insanlar rahatlar ve bizi kahraman ilan eder. Bizse kimsenin -kendi iç sesimizin bile- bize ulaşamayacağı kör bir nokta ararız. Bulamayız belki ama aramanın getirdiği sessizlikle yıllarımızı geçiririz. 

Aslında hepimizin yer yer İnce Memed gibi hissettiği olmuştur. İnsanlar 21. yüzyılda nasıl oluyor da zulme karşı susabiliyorlar diye anlamaya çalışmakla geçiyor zamanımız. Bu hayata Döne gibi masum bir anne olarak gelenlerin Abdi’den farkı nedir ki? Tarla mı, statü mü, hayvan mı? 

Düzene atılan bir çığlığın yankısıdır İnce Memed. 

Başkaldıran olmanın, kayıplara yol açsa bile, o haklı tebessümüdür. Memed’in yer yer şaşırdığı o kent yeniliklerinin garipliğidir. Ruhunu aykırı ve başkaca tutmasının gerekçeleridir.

Demir olsa çürüyeceğini bilip de toprak olup dayananlar için güzel bir ezgi:

YAŞARken KEMALe ermek
(Visited 76 times, 1 visits today)

Last modified: Eylül 16, 2024

Kapat
error: İçerik Korunmaktadır / Content is protected !!