Yazan: 9:50 am
Kategori: Edebiyat, Sanat

Tahmini okuma süresi: 2 dakika

Tutkunun Tarihi: Kişisel olanın tarihi nasıl yazılır?

Kitapta tutkunun tarihini yazan birisi olarak bakacak olursak zamanla kurduğu ilişki de aslında düşünülmeye değer. Tutkunun tarihinin diğer tarihlerden farklarından biri de belki de alışkın olduğumuz kronolojik bir zamana değil, kendi zamanına tabii olmasıyla mümkün olduğundan ‘‘Saatimi takmıyordum, o gelmeden hemen önce çıkarıyordum’’ diyor ve kendisini tutkunun zamanına bırakıyordu.

tutkunun-tarihi

                                                   Annie Ernaux

 

Tarihsel bir metin okurken aklımdan çıkmayan bir soru var. ‘Yazılan’ tarihin tanıkları kimler? Müzeler, belgeler, eşyalar, belki kişisel anekdotlar, bir savaş tarihiyse belki mermiler, gündelik hayata dair bir şeylerse kap kacaklar… Gündelik eşyalarla, duyduğumuz haberlerle ve hatta hissettiklerimizle aslında sürekli bir akışa tanıklık ediyoruz.

Buraları biraz okullarda okutulan kitaplardan biliyoruz.

Peki, anonim kalması gereken ‘yalın’ bir tutkunun, bir duygu olarak tarihi nasıl yazılır?

Annie Ernaux ‘‘Yalın Tutku’’ isimli kitabında ders kitaplarından çok da aşina olmadığımız bir tarihin, -bir tutkunun- tarihini yazıyor.

Kahramanımız tutkuya dahil olabilecek korkuları dahi kaydederek aslında zamanda bir noktada kendisine bir yer tayin ediyor. Bunu tabii ki şimdi bir tarih yazıyorum hissiyatıyla değil, bunu kaybetmemem lazım gibi bir itkiyle yapıyor. Saklama, muhafaza etme ve bir düzene koyma da tarih yazımının konularından değil midir? Karakterimiz ellerinden kayıp gidecek o zamanları her detayıyla kaydederek bir anıyı sıkı sıkıya tutmak istiyor. Bütün bu çaba bana asla elde edilemeyecek olan geçmişi yeniden inşa etmeye çalışan tarih yazımıyla ne kadar benzer olduklarını düşündürtüyor.

Kitapta karakterin bir tutkuyu nasıl kayda geçirdiğini, işini ciddiyetle yapan bir arşivci edasıyla nasıl yaptığını okuyoruz. ‘‘Çoğunlukla bir kağıda tarihi, saati kaydederek ‘gelecek’ yazıyor, başka cümlelerle de ya gelmezse, isteği azalmışsa gibi düşüncelerin verdiği korkuları dile getiriyordum. Akşamları o kağıdı yeniden alıp bu kez üzerine ‘‘geldi’’ yazıyor, buluşmamızın ayrıntılarını düzensiz bir biçimde not ediyordum.’’

Tabii ki tarih anlatıları bizlere her zaman birbiriyle uyumlu bir akıştan bahseder. Çoğu zaman kendi kurguladığı şekliyle bir kronolojide olsa da… Kitapta tutkunun tarihini yazan birisi olarak bakacak olursak zamanla kurduğu ilişki de aslında düşünülmeye değer. Tutkunun tarihinin diğer tarihlerden farklarından biri de belki de alışkın olduğumuz kronolojik bir zamana değil, kendi zamanına tabii olmasıyla mümkün olduğundan ‘‘Saatimi takmıyordum, o gelmeden hemen önce çıkarıyordum’’ diyor ve kendisini tutkunun zamanına bırakıyordu.

Elbette bu tarih yazımı, konusuna dair objeleri oldukları gibi muhafaza etme isteğinden de geri kalmayacak ve kendi kişisel tarihindeki bu sevişme anlarının nesnelerini oldukları haliyle evde birkaç saatliğine de tutacak bu anların belleğine iyice nüfuz etmesini sağlayacaktı. Bu haliyle bu sabit tutma isteği bir çeşit müzecilik değil de ne?

‘‘Her bir nesnenin bir jesti, bir anı imlediği, bir müzedeki herhangi birinin karşısında hiçbir zaman duyamayacağım güç ve acıdan bir tablo oluşturan bu dağınıklığı olduğu gibi saklamak isterdim’’. Burada olduğu gibi nesnelerin saklanması ve yarattıkları anılarla bir hikaye, bir tarih anlatısı zenginleşecek sıradan anları birer ‘tarih’ anlarına çevirecekti. Sabit bir yer mekan tayin edilen nesnelerin anlatacağı çok şey var.

Geri döndürülebilir zaman arzusunun peşinde anımsama, anımsamak için çaba, yeniden oluşturma gelgitlerinin arasında kalmak aslında farklı duygulara sahip olsa da bütün tarihçilerin yaptıkları yegane şey olsa gerek. Çünkü belki de en tutkulu tarihçilerin de amaçları ‘‘her şeyin aynı yönde ilerlediği o zamanda kalmaktı’’.

(Visited 128 times, 1 visits today)

Last modified: Mart 31, 2024

Kapat
error: İçerik Korunmaktadır / Content is protected !!