Geçen gün kalabalık bir grup olarak otururken teknolojiden muhabbet açıldı ve bir noktada bana daha önce üzerine hiç düşünmediğim bir soru yöneltildi.
“Bilim ve teknoloji arasındaki fark nedir?”
Ha! Niye kalabalık ekipte sana soruyorlar, diye merak ettiyseniz, nedeni benim robotik üzerine doktora yapan bir makine mühendisi olmam. Yüksek lisans süresince, bilimsel araştırmalar yaptım ve şu anda çalıştığım şirkette de teknoloji üzerine araştırmalar yapıyorum denilebilir. Yakın geçmişte hayatı bilim ve teknolojiden ibaret olan bir insan olarak bu soru karşısında net bir cevabım olmaması (traji)komik geldi; dahası, önceden bu konu üzerine bir anda olsa düşünmemiştim bile. Afalladım, gülüştük, dalgalar geçildi her neyse…
Tecrübelerime dayalı olarak, aradaki farkı bilsem de tatmin edici bir cevap veremeden sadece biraz yorum yaptım, üzerine de tartışmaya başladık. Herkesten farklı farklı yorumlar gelmesi konuyu iyice ilgi çekici hale getirdi benim için. Sonuç olarak bu kelimelerin tanımları ve aralarındaki farklar üzerine biraz araştırma yapayım dedim. Sonra çok minnoş bir arkadaşımın da biraz itelemesiyle bu araştırmamı sizinle de paylaşmak için biraz toparladım.
Kelime kökenlerinden girip tanımlarla ilerleyerek sonunda bir yere bağlamayabileceğim umuduyla
başlıyorum…
Bilim(science) kelimesinin kökeni Latince bir kelime olan scientia, Türkçe anlamı bilgi. Etimolojik olarak daha derin incelemek istersek de Latince kelimenin kökü scire, yani bilmek fiili. Bazı kaynaklarda scio, yani bilmek fiilinin geniş zaman birinci tekil çekimi biliyorum/bilirim diye de yazmışlar ama kelimenin kökünün fiilin kendisi değil de bu fiilin bir çekiminin olduğunu neden söylemişler anlamaya Latincem yetmiyor tabii, elçiye zeval olmaz. Latinceden eski Fransızcaya (8-14. yüzyıllar) science olarak geçen bu kelime diğer Latin dillerinde de benzer şekillerde (İspanyolca – Ciencias, İtalyanca – Scienza, Portekizce – Ciência) geçmiş ve 14.yüzyılın sonlarında İngilizce’de de artık bizim bildiğimiz hali olan science şeklinde kullanılmaya başlanmış. Bilim kelimesinin anlamına dünyanın en çok kullanılan sözlüklerinden bir bakalım (anlamı en iyi aktaracak şekilde çevirmeye çalıştım):
Cambridge – Doğal şeylerin yapısı ve davranışı ile ilgili olan, düzenli bir şekilde yapılan araştırmalar ve sonucunda sunulan bilgi.
Oxford – Doğal ve fiziksel dünyanın yapısı ve davranışı ile ilgili, kanıtlanabilir (örneğin deney ile) gerçeklere dayanan bilgi.
Webster – Fiziksel dünyanın genel gerçeklerine ve kanunlarının çalışma şekline dair, bilimsel metot ile elde edilmiş ve test edilerek doğrulanmış bilgi.
Teknoloji (technology) kelimesinin kökeni ise Yunanca’dan gelen tekhnologia (τεχνολογία). Bu kelime tekhnē (τέχνη) ve logia (λογία) kelimelerinden oluşmuş ve anlamları sırasıyla sanat/zanaat ve söylem/öğreti/tez. Bu iki kelime Proto-Hint Avrupa dilinden Yunanca’ya, orada birleşerek 17.yüzyılın başlarındaysa İngilizce’ye şu anda kullanıldığı şekilde (technology) geçmiş.
Bu kelimenin modern anlamına da aynı sözlüklerden bakalım:
Cambridge – Bilimde ve endüstride uygulamalı olarak kullanılan bilgi, ekipman ve metotlar.
Oxford – Endüstride uygulamalı olarak kullanılan bilimsel bilgi, örneğin yeni makinalar tasarlamak.
Webster – Bilginin uygulamalı kullanılmasıyla elde edilen kabiliyet/imkân.
Yani toparlarsak; bilim önceden tanımlanmış metotlar kullanarak deney ve gözlemler üzerinden, belli bir konu ile ilgili nesnel ve kesin bilgi edinme yöntemlerinin bütünü. Ve sonuç olarak bu yöntemlerle elde edilen bilgi, teknoloji ise bu bilginin çeşitli alanlarda insanların kullanımı için uygulanmış halidir. Bilimin amacı bilgiyi, bilim için kovalamakken; teknolojinin amacı insanların ihtiyaçlarını karşılamak ve hayatlarını kolaylaştırmak için bilgiyi kullanmaktır diyebiliriz.
Bilim “Gökyüzü neden mavi? Deprem neden olur? Ay neden şekil değiştirir?” gibi sorular sorarken, teknoloji “Elimdeki bilgilerle insanların işine yarayacak ne geliştirebilirim?” sorusuna odaklanır. Bilim her zaman faydalıdır, çünkü yalnızca yaşadığımız alemin kurallarını açıklayan bilgiyi sunar, teknoloji ise bu bilginin nasıl kullanıldığına göre faydalı veya zararlı olabilir. Örneğin; nükleer fizik biliminden elde edilen bilgi birikimine dayanarak tasarlanan nükleer enerji santralleri faydalı (en azından amacı fayda sağlamak diyelim) iken, yine aynı bilgilerle tasarlanan atom bombası tamamen zararlı bir teknoloji ürünüdür.
Bu kavramların güncel anlamlarını inceleyip aralarındaki farkı kendi kavrayabildiğim ölçüde size aktarmaya çalıştım. Ama insanlık tarihini de göz önünde bulundurduğumuzda bu kavramlarla ilgili kafama takılan bazı şeyler oldu. Tanımlarda elde edilen bilginin, bilim ile ilişkilendirilmesi için deneylere dayanarak ve belli bir metot ile elde edildiğinden bahsediliyor. Teknoloji ise bilimsel bilginin uygulamaya geçirilmesiyle insan hayatını kolaylaştıran ürünler olarak anlatılmış. Peki modern insanların yerleşik hayata geçtikten sonra icat ettiği “saban” bir teknoloji ürünü değil midir? Eğer bu bir teknoloji ürünü ise on bin yıl önce şu anda bahsettiğimiz bilimsel metot kullanılarak bilgi birikimi sağlanıyor muydu? Bu soruların akla gelmesinin sebebi tabii ki şu anda bilim ve teknoloji kavramlarını güncel ve akademik anlamları üzerinden, güncel örneklerle incelemiş olmamız.
Peki bu kavramlara retrospektif mercekten bakarsak neler görürüz? Bilim ve teknolojinin tarihini inceleyerek görelim. Bilim (science) kelimesinin İngilizce’ye 14. yüzyılın sonlarında girdiğini söylemiştim, bilim insanı (scientist) kavramı ise İngilizce’de 1834 yılında kullanılmaya başlanmış. Peki 19. yüzyıl öncesinde bilimin prensiplerini benimseyerek bilgi arayan ve üreten insanlar yok muydu? Tabii ki vardı, milattan önce 6. ve 7. yüzyıllarda yaşayan Thales’in fen ve matematik konusunda birçok başarıya imza attığını hepimiz biliriz, fakat yazılı bir kaynak bırakmadığı için bu başarılar ve hatta Thales’in var olduğu gerçeği bile kuşkuludur.
Thales’in yanı sıra ondan birkaç yüzyıl sonra yaşayan Euclid (Öklid) ve Ptolemy (Batlamyus) gibi birçok kişi Antik Yunan bilimine büyük katkılarda bulunmuştur. Fakat bu insanlar bilim insanı değil de filozof olarak adlandırılıyormuş, ki bence şu andaki bakış açımızdan doğru bir isimlendirme. Çünkü bu insanlar büyük düşünürlerdi ve sundukları bilgi, deney ve kanıta dayanmadan bildirdikleri görüşlerdi. Örneğin Ptolemy, Dünya’yı evrenin merkezi olarak savunuyordu ve uzun süre de bu bilgi doğru kabul edildi. Peki yanlış yöntemlerle yanlış bilgiler üreten filozoflar hakkında konuşurken neden bilime katkıları var diyoruz? Bana sorarsanız büyük katkıları sundukları bilgiler değil, düşünce tarzlarıyla (doğru veya yanlış) günümüzdeki doğru bilimsel yönteme ulaşmamızı sağlamaları.
Filozofluktan bilim insanlığına geçiş ise deney ve kanıta dayalı bilgi edinmeye başlayan insanlar sayesinde gerçekleşiyor. Günümüzdeki akademik insanlar ilk bilim insanları olarak Rönesanstan çok önce yaşamış al-Khwarizmi, Ibn Sina, al-Biruni ve Ibn al-Haytham gibi Arap matematikçilerini kabul ediyor. Bu bilim insanları büyük başarılara imza atan insanlar ve sağladığı bilgiler günümüze kadar fazla değişmeden gelmiş, tutarlı bilgiler. Örneğin Ibn al-Haytham, 10. yüzyılın sonlarında ışığın yansıma kurallarını keşfediyor, gökkuşağı ve güneş/ay tutulmaları gibi doğal olayları inceliyor, bu edindiği bilgilerle 11. yüzyılın başlarında ilk kamera olan iğne-deliği kamerasını icat ederek edindiği bilgiyi teknolojiye dönüştürüyor.
Orta doğuda 10. yüzyıl ve sonrasında bilime katkı sağlayan bilim insanları Antik Yunanlı seleflerinden farklı olarak deney ve kanıta dayalı çalışsalar da o dönemlerde mistisizmin etkileri yüzünden çalışmalarındaki nesnelliğin bozulduğu düşünülüyor. Mistisizmin bilime olan etkilerinin tam olarak ne zaman ortadan kalktığı bilinmiyor, fakat günümüzdeki bilimsel metot dinin dogmalarından kurtulmuş, nesnel biçimde düşünme, gözlemleme ve tepki vermeyi gerektiriyor. Bu kriterleri sağlayan, yani modern bilimsel metodu gözeten ilk bilim insanı olarak dinamik ile ilgili kuvvet, eylemsizlik ve ivme gibi birçok önemli kavramı öne süren Galileo Galilei biliniyor. Galileo aynı zamanda ilk teleskobu icat ederek evreni incelemeye başlıyor ve Dünya’yı az önce bahsettiğim evrenin merkezi konumundan alıp kainattaki gerçek yerine koyuyor.
Bilimin tarihine baktığımızda bilim insanlarının aynı zamanda yeni icatlara imza attığını da görmüş olduk, ancak teknolojik icatlar aslında bilimden çok önceye, hatta verdiğim saban örneğinden de çok daha öncesine dayanıyor. Modern insandan (cro-magnon) 2 milyon yıl önce yaşayan homo-habilis, taşlara şekil vererek kullanışlı aletler icat etti ve teknoloji tarihini başlattı diyebiliriz. Evrim sürecinde ikinci büyük devrimi ateşi bulan homo-erectus üstleniyor, fakat asıl büyük gelişmeler taş çağının sonlarında modern insanın evrimi ve bunun sonucunda bronz çağına geçilmesiyle, bundan 35 bin yıl önce başlıyor. Metalleri eriterek şekillendiren modern insanlar öncesinde avlanmak için mızrak, ağ, tuzak gibi aletler icat ederken, yaklaşık 10 bin yıl önce, yerleşik hayata geçildikten sonra daha çok tarımda kullanılacak aletler icat etmeye başlıyorlar.
Yerleşik hayata tamamen adapte olan insanlar, artık beslenme ve hayatta kalmaya çalışmanın ötesine geçebiliyor ve sonuç olarak etraflarında gerçekleşen olayları merak edecek zamanları oluyor. Bana sorarsanız bu merakla gelen kendi ihtiyaçlarımızı karşılamanın ötesinde, sadece merak ettiğimiz için bilginin peşinden koşmaya başlamamız bilimin doğumu olarak kabul edilebilir. Modern bakış açısından teknoloji, bilimin sunduğu nesnel ve kesin bilgiyi kullanırken; geçmişe baktığımızda teknoloji sayesinde bilimin doğduğunu görüyoruz. Her neyse, konuya dönüp hem geçmişte hem günümüzde bu terimlerin doğru anlamlarını tek cümleyle ifade edip yazıyı bitiriyorum; bilim keşfetmek, teknoloji ise icat etmektir… Aslında bu kadardı.
bilim bilim ve teknoloji teknoloji
Last modified: Eylül 7, 2020