Bir önceki yazıda memleketleri keşfetmek için pazarların çok etkin olduğundan bahsetmeye çalışmıştım. Abilerim ablalarım, şimdi başka etkin bir konudan bahsedeceğim.
Tren yolculuğu…
Garlar, istasyonlar, vagonlar, birinci sınıf, ikinci sınıf, satıcılar, bilet kontrol memuru, makinist, uzayıp giden raylar…
Kendi çapımda fotoğraflarım ile destekleyerek ve edebiyatın yardımıyla anlatmaya çalışacağım tüm olup biteni. Evvela tren denilince akan sular durur..
İnsanı, çoçuklaştırır tren yolculukları. Ucuz olması vesilesiyle halkın tercihidir. Ben bir çok şeyi anlatmakta güçlük çekiyorum. Edebiyat yardıma yetişiyor. Edebiyat bu yüzden hayatımı çok kolaylaştırıyor.
Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları kitabını çok seviyorum özellikle başlagıcında bir bölüm var beni benden alıyor.
…
Haydarpaşa garında
1941 baharında
saat on beş.
Merdivenlerin üstünde güneş
yorgunluk
ve telaş.
Bir adam
merdivenlerde duruyor
bir şeyler düşünerek.
Zayıf.
Korkak.
Burnu sivri ve uzun yanaklarının üstü çopur.
Merdivenlerdeki adam
–Galip Usta-
tuhaf şeyler düşünmekle meşhurdur:
«Kaat helva yesem her gün» diye düşündü
5 yaşında.
«Mektebe gitsem» diye düşündü
10 yaşında.
«Babamın bıçakçı dükkanından
Akşam ezanından önce çıksam» diye düşündü
11 yaşında.
«Sarı iskarpinlerim olsa
kızlar bana baksa»
diye düşündü
15 yaşında.
«Babam neden kapattı dükkanını?
Ve fabrika benzemiyor babamın dükkanına»
diye düşündü
16 yaşında.
«Gündeliğim artar mı?» diye düşündü
20 yaşında.
«Babam ellisinde öldü,
ben de böyle tez mi öleceğim?»
diye düşündü
21 yaşındayken.
«İşsiz kalırsam«diye düşündü
22 yaşında. «İşsiz kalırsam» diye düşündü
23 yaşında. «işsiz kalırsam» diye düşündü
24 yaşında.
Ve zaman zaman işsiz kalarak
«İşsiz kalırsam» diye düşündü
50 yaşına kadar.
51 yaşında «İhtiyarladım.» dedi
«babamdan bir yıl fazla yaşadım.»
Şimdi 52 yaşındadır.
İşsizdir.
Şimdi merdivenlerde durup
kaptırmış kafasını
düşüncelerin en tuhafına:
«Kaç yaşında öleceğim?
Ölürken üzerimde yorgan olacak mı? »
diye düşünüyor
Burnu sivri ve uzun.
Yanaklarının üstü çopur.
…
Memleketimden insan manzaraları kitabından alıntı yapmışken; Bu kitabı Nazım Hikmet 66 bin satır yazıyor. Baskılar, yakılmalar, yasaklar… Günümüze sadece 17 bin satırı kalıyor.
Bu durumu daha ayrıntılı bir şekilde kitabın ön sözünde Nazım Hikmet anlatıyor. İlgilisinin bilgisine.
…
Akşam Treniyle aktarma yaparak ‘Shipaw dan Mandalay’a geçiyorduk. Bir kadın ve çoçuğu indi. Sonra bir eşyasını unuttuğunu anladık. Tren devam etti.
Herkes şaşkın bir suratla birbirine bakıyor birbirlerinin suratlarında bir çözüm yolu görmeye çalışıyorlar. Ahlar vahlar arasında kaçan bir penaltı havası gibi bir atmosfer var bulduğumuz bölümde.
Sonra görevliye haber verildi.
Ben o esnada, en sevdiğim eylem olarak insanları gözlemliyorum… Bu benim gibi aylak insanların seveceği türden bir iş.
O esnada camdan dışarı baktım. İnen kadının eşi olduğunu düşündüğüm kişi, almaya gelmiş olmalı. Motorla treni takip ediyorlar. Kadın gözümün içine bakıyor. Eşyayı götüren görevliye yetişmek için vagonun diğer ucuna hızlıca gittim.
Hemen görevliye camdan bakmasını işaret ettim. Böylece o eşyayı trenin penceresinden attık…
Çok basit yanıbaşımızdan sıradan bir olay… Fakat bir anda bir hikayeye dahil olmanın büyüsü muazzam. Bu bilinmezlik benim çok hoşuma gidiyor.
Bu hikayenin dışında hayatına gerçek manasıyla iz bıraktığımız insanlar da oldu… Hele trende bir kız çoçuğuna bileklik hediye ettiğim bir an vardı; Kızın mutluluğunu görmek, benim için unutulmazdı…
Fotoğraf mevzusuna da şöyle bir açıklık getirmiş olayım. Fotoğraf tutkusu bende şöyle bir arayışa neden oluyor; sürekli fotoğraf konusu bir şeyler arıyorum.
Bu da beni, anın içine çekiyor. Geçenlerde köyde yaşayan teyzemde kaldım. Gece yarısı bir anda kalktım. Kafamı kaldırdım etrafa baktım. Uyku sersemi, bunu böyle çekmek gerek diye aklımdan geçirip tekrar uykuya daldım. Bir refleks oldu artık. Son anlattığım konuya aldanıp olayı abarttığımı düşünmeyin. Mübalağa yaparak durumu izah etmeye çalışıyorum. Yine işin kolayına kaçıyorum Nazım Hikmet’in ”Severmişim” şiirinden bir bölüm ile devam edelim:
…
” Prag-Berlin treninde pencerenin yanındayım
akşam oluyor
dumanlı ıslak ovaya akşamın yorgun bir kuş gibi inişini severmişim meğer
akşamın inişini yorgun kuşun inişine benzetmeyi sevmedim toprağı severmişim meğer
toprağı sevdim diyebilir mi onu bir kez olsun sürmeyen
ben sürmedim
Platonik biricik sevdam da buymuş meğer
meğer ırmağı severmişim
ister böyle kımıldanmadan aksın kıvrıla kıvrıla tepelerin eteğinde
…
Yolculuğun bir başka muhteşem detayı trenin durduğu istasyonlarda inip binen satıcı trafiği…
Sonra manzaralar var bitmek bilmeyen, omuz omuza vermiş sıra dağlar, hasat bekleyen tarlalar, uzaklarda Tik ağaçlarının altında belirip kaçan köyler,
pagodalar, sabah erken saatlerde nehirlerde yüzen buffalolar…
Olayı abartıp araya bir tane de resim sıkıştırayım ve böylece konuyu sonlandırayım.
Fotoğraf Albümü
~~~
~~~
~~~
~~~
~~~
~~~
~~~
~~~
~~~
~~~
~~~
~~~
~~~
~~~
~~~
~~~
~~~
baskaseyahat fotoğraf memleketimden insan manzaraları myanmar tren tren yolculuğu
Last modified: Eylül 7, 2020