Yazan: 11:42 am
Kategori: Edebiyat, Sanat

Tahmini okuma süresi: 5 dakika

Alva Ormanı

Alva Ormanı

Bulacaklar biliyorum.

Öldürüp kayaların altına sakladığım bedeni bulacaklar, o derenin kenarında. Dayanamayıp bakmaya gittim dün. Hala orda. Şimdilik bir tek ben biliyorum. Ama bir gün onlar da bilecek. Bir şekilde bulacaklar izimi. Yıllar sonra belki ya parmak izimden ya DNA’mdan. Öyle ya bırakmazlar peşini böyle bir dosyanın. Dürüst olmalıyım. Adinin de adisiyim ben. Çözemedim diye öldürdüm düğümü, hem de götürüp sakladım, gömdüm onu. Pisliğini örten bir köpek gibi. Ne bedeni ne kendi hak etti bunu.

Alva, uykularımı alıyor benden. Sanki ölülüğüne öfke besliyorum. Ölülüğü onun suçu, ben ise bununla baş etmek zorunda kalıyorum. Dedim ya çirkinim; sinsice, salakça sıyrılabileceğimi düşünüyorum bu işten. Bir gün o beklediğim şey olacak. Belki bir aile kurmuşken, bir toplantının ortasındayken yahut bir aşk hikayesinin… O şey olacak. Birileri beni almaya gelecek, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bu iğrenç, bu bakılmaz yüzüm görünür olacak en yakınlarıma dahi.

Bu endişe… Bu endişeden kurtulmak mümkün değil.

Aslında başka yöntemleri de yok değil bir bedenden kurtulmanın. Asit, yangın, hayvanlara yedirme… O kadarına gidemedim. Bu haliyle bile (sığmadığı için) onu iki büklüm rahatsız bir şekilde  sokuşturduğum için o kayanın oyuğuna ben de biraz rahatsızım. Uyandığımda bazen, kendimi yatağımda aynı pozisyonda buluyorum. Ölülüğün yetmezmiş gibi bir de belini ağrıtıyorum senin özür dilerim.

Aslında şimdi gidip ona daha iyi bir şekil verebilirim ve böylelikle belki ben de daha rahat uyuyabilirim. Ama bu çok tehlikeli. Her temas, fark edilmeye yaklaştırır beni. Dokunmamalıyım! Hem doğa ana saracak onu. Küçük böcek ve karıncaların oyuğa doğru yürüyüp gittiğini görüyorum. Hayvanlar çoktan onun bedenini tüketmeye başladılar. Ağaçlar kökleriyle belki onun suyunu emdiler. Etraftaki her şey zamanla biraz ona dönüşecek. Suçum, bi beden olarak çözündükçe, bir orman, bir dere ve bu kadar hayvan olarak dikilecek karşıma. Ne zaman bilmiyorum ama yakında gideceğim buradan. Ama bir gün, o ormanı görmek için geri geleceğim.

Yahut işte, bir yemek masasından, bir akşamüstünden alacaklar beni, soğan doğrarken. Elimde bıçak ağlıyor olacağım. Ne metaforik. Soğanlı ellerimle götürecekler beni. Haketmediğim mazlum bir yüzle dönüp bir kez daha bakacağım mutfak masasına. Yaptıklarımı anlatmam için, buraya getirecekler beni. Ellerim soğansızken de acaba ağlıyor olacak mıyım ?

….

Sinir bozucu ölçüde hoş ve güzel bir kadındı. O kadar ki elinin hareketinde, saçının kıvrımında, sık attığı kuş sesine benzer kahkahasındaydı hoşluk. Görüşünde, hissedişindeydi. Altına serilir, üstüne örterdi hoşluk hissi onun. Buraya göre değildi. Bu dünya onu haketmedi. Ben de öyle. Bu kadar sinir bozucu bir şekilde öylece güzel olunamazdı. Öyle olan her şey hayat tarafından tartaklanarak (kendini göstererek) böyle bir şeye dönüşürdü. Benim gibi bir şeye.

Ondan uzaktayken ve bunları düşünürken, üstüme gelinmiş hissediyorum. Halbuki orada olmak, onun yanında olmak güven veriyor bana. Dün yine oradaydım. Sonbaharla birlikte yaprak sarmış etrafı. Kayaların oyuğundan içeri biraz kuru yaprak attım. Bizim aile mezarlığı geldi aklıma. Annemle ablama çiçek bırakırdım. Şefkat beslediğimi farkettim bu oyuğa ve içindekine. Belki de hayatı boyunca hakettiği sevgi şefkati hiç bu kadar görmemişti birinden. Sakince seviyordum onu, ölülüğünü. Güzelliğini, doğar gibi doğaya karışışını. Ve nefret ediyordum kendimden. Veda ettim ona ağladım. Ailesini suçladım, toplumu. Suçlamak birilerini, ne kolay ne ucuz iş.

O gün;

O günden pek bahsetmek istemiyorum. Tüm diğer günler gibiydi. Yağmurluydu güneşliydi, hava 15 dereceydi. Gece yarısından biraz sonraydı. Onu gördüm, yüzünü ellerinin arasına almış tek başına oturmaktaydı. Makyajı akmış, bir tütün sarmanın tam zamanıydı. Sardık. Konuştuk. Hayattan, şiirden, oğlanlardan. Uzun uzun, derin derin. Sanki kimse onun beni gördüğü gibi görmemişti beni o güne kadar. Onun bana bakışı, onun beni görme şekli bana kendimi çocuk gibi, bana kendimi kadın gibi hissettirdi. Ve o, dedim ya sinir bozucu ölçüde çok güzeldi. Peri gibi böyle. Yürüdük mü, ben mi sürdüm, nasıldıysa buradaydık. Orada yani, o derenin kenarındaydık. Anlatması zor. Dilim sürçüyor, çok fazla duygu var. Oradaydık işte dere kenarında. Sanki yer yüzünün en uzun en anlamlı diyaloğundaydık. Sanki atalarımızdan-tohumlarımıza sonsuz muhabbetin o sonsuz şiirin bize düşen mısralarını okuyup bize düşen danslarını etmekteydik. Ah ne de güzeldik. Hayır. Oydu güzel olan. Hayrandık birbirimize. Sanki yarımdık bütünlendik. O, benim kadar nefret de etti mi benden bilmiyorum. Nefretsiz hayranlık eksik kalırdı. O ise yaşadığı tüm duyguları tam ve bütünüyle yaşardı. Ah canım güzel kadın.

Bir vakit sonra suyun içindeydik. Islak giysilerin ağırlığı. Sanki tek yükümdü ıslak giysilerim ve ben kendim öylesine hafiftim. Sonra bir an göğsümde hatırlıyorum başını. Sol kolum sırtına dolanmış, ıslak kirpiklerine bakıyorum.  Yüzün öyle güzel, ağlayasım geliyor. İkimizin de üzerinde yosunlu tatlı su kokusu. Yüzün git gide benimkine benziyor. Kendimden ayırt edemiyorum seni. Yüzüme bak istiyorum. Gözlerin kapalı, gülümsüyorsun. Ne sakinsin. Uyumuş musun yoksa, ben … ben.. öldürmüş müyüm seni? Zaman bir bir durup bir kaçıyor, hiç akılmamış bir şekilde akıyor zaman. Alva ?

Nefes alamıyorum. Nefes alamıyorum. Nefes. Nasıl ? neden ? Kim ? Anlamıyorum. Biliyorum cevaplarını ama anlamıyorum. Zihnime yerleştirilmiş hatıralar gibi. Hatırlıyorum ama hayır öyle olmuş olamaz. Sen olmalıydın burda, sen olsan belki bir yolunu bulurdun, ama sadece ben varım işte. Oluşturduğumuz bütünün yalnızca en çirkin yarısı kaldı yeryüzünde. Hayır, seninle birlikte ben de biraz ölmüş olmalıyım. Bir zamanlar insan olmayı hakeden o birazcık güzel bir tarafım vardıysa eğer, seninle beraber bu ormana dönüşsün burada. Ve sen o eşsiz hoşluğunun karşılığını buluyorsun, sana en çok benzeyen senin en çirkin halinle, benimle buluyorsun.

Ağladığımı hatırlıyorum. Kustuğumu… Yüzümü yıkadığımı… Sessizliği… Sana öfkelendiğimi… Sana çok öfkelendiğimi…  Hoşluğundan, güzelliğinden, başdöndürücülüğünden tiksindiğimi… Bir kere daha kustuğumu… Bir sigara sarıp, yakıp sonra söndürdüğümü… Nihayet işte seni getirip buraya sokuşturup gömme fikrini… çok aptalca… Ancak seni kaybetmişlik hissinden sonra ki hiç kimse seni benim kadar kaybetmemiştir. Bu histen sonra, nasıl bir yaşamak mümkün ? hapse mi girmeliyim, mahkemede mi anlatmalıyım ? Asla anlamayacaklar. Ne mümkün.

Sığmadığını hatırlıyorum. Korktuğunda böyle iki büklüm uyuduğunu söylemiştin. Sessiz ve hareketsiz ruhunun korkmuş olabileceğini düşünüp, sırtını başını kollayarak, aman çarpmasın çizilmesin diye  sığdırmaya çalışıyorum seni. Ama hiç yardımcı olmuyorsun. Öyle salmışsın ki kendini, kolunu tutsam bacağın devriliyor, derken kafanı çarpıyorsun kayaya. Kızarıyor gibi ama kanamıyor. Yine de sinirleniyorum. Böyle vurup kırıp dağıtasım geliyor her şeyi. Şu nehri yerinden söküp bir iplik gibi, kalın bir iplik gibi, avcuma dolayıp savura savura yıkmak istiyorum ormanları. Gökyüzünün şiddetini alıp yeryüzüne dağıtmak sanki her şeyi yerle bir etmek istiyorum. Öfkeliyim sana. Çok öfkeliyim. Sarsıp tokatlamak istiyorum. Şaka bu saçma bir şaka. Saçmalama Uyan !!!!  Lütfen.

Nihayet bir şekilde sığıyorsun. Sağ elini yastık yapıyorum başının sol yanına. Sanki oraya kendin girip, öylece uyuyakalmışsın gibi duruyorsun. Sonra tek tek, taşlarla, odun ve toprakla ve yaprakla örtüyorum üzerini. Neden bilmem su döküyorum bir de dereden. Sessizce sonra uzanıyorum suyun üzerine. Güneş doğmak üzere. Zaman uzuyor, uzuyor, uzuyor

                                                                                                                                                               2010

Fransa dönüşü.

Bazen yaşadıklarımın bir rüya olduğunu düşünüyorum. Bazen birilerine anlatmak istiyorum. Kızıma mesela.

12 yıl oldu. Fransaya taşınmadan önce iki yıl daha yaşadım Irlanda’da. Her gün yatağımdan yakalanmak endişesiyle-umuduyla kalktıktan sonra cesaretimi toplayıp yeni bir hayata başladım. Önce Paris sonra Nice. Kızım da orada doğdu 6 yıl önceydi. Özellikle soğan doğrarken sık sık evimin basıldığını ve benim götürüldüğümü hayal ettim. Ağladım. Sanki biraz iyileştim. Alva, Güneş beni iyileştirdi, kızım. Ona karşı tarifsiz bir suçluluk duydusu duyuyorum. Bazen ona bakıp ağlıyorum. Neden ağladığımı soruyor. Söyleyemiyorum. Sevgiden diyorum, çok sevmekten. Onu çok seviyorum Alva. Görsen sen de çok seversin. Ah keşke görsen, umarım görüyorsundur. Seni görmeye geldik, Güneş ile birlikte, önümüzdeki hafta o ormana gideceğiz.

YOK!!

Orada yok! Sanki hiç olmamışçasına yok. Oyuğun içi bomboş. Nerdesin Alva ? Onu tanıyan kimseyi tanımıyorum. Burada yaşayan kimseyi tanımıyorum. Sorabileceğim kimse yok. Hem sorsam ne soracağım ki zaten ? – Pardon bakar mısınız, sevgilimi gömmüştüm de buraya nerde acaba biliyor musunuz ? Hem telaşla hem de Güneş’e çaktırmamaya çalışarak elimde çubukla oyuğu dürtüklüyorum. Burası bir insanın sığabileceği kadar büyük bir oyuk mu gerçekten ? Belki zaman geçti üstünden diye olduğundan daha büyük hatırlıyorum. Güneş soruyor ne yapıyorsun anne ? diye. Definecilik yapıyorum annecim diyorum, sana hazine bulacağım. Yüzüm kim bilir neye benziyor o esnada. Hem kendime hem söylediklerime inanılmaz yabancılaşıyorum. Ben de yardım edeyim mi ? diye soruyor eline bir çubuk alarak. Hayır!! Diye öfkeyle bağırıyorum. Yürüyüş yapan iki yabancı ile göz göze geliyoruz hemen sonra. Toparlamak için, gözlerimi yacancılardan henüz almadan, Güneş’e bırak annecim o çubuğu bak karınca yuvası var orda zarar verme sakın diyorum.  Kötü oyunculukla çatılmış kaşlarım, çocuğum, anne oluşum, hepsini kullanıyorum o kısacık an için. İki yabancı , gülümseyerek devam ediyorlar. Afferim bana, çocuğumu eğitiyorum.  Nasıl tiksiniyorum kendimden anlatamam. Koşup Güneş’e sarılıyorum. Özür dilerim annecim diyorum, affolonuyorum.  Yürüyelim mi ? Yürüyelim. Yürüyoruz. Derenin sesi uzaklaşırken “Niye ağlıyorsun annecim?”  diyor Güneş. Her annecim dediğinde içim erir. Bakıyorum gülümseyerek,  sevgiden annecim sevgiden diyorum. Yalan değil. Bu içinde yürüdüğüm, bu çok sevdiğim, bu ÇOK sevdiğim ormana, 12 yıl sonra nihayet veda ediyorum.

 

21.08.21 Galway

 

(Visited 72 times, 1 visits today)

Last modified: Şubat 1, 2023

Kapat
error: İçerik Korunmaktadır / Content is protected !!