Yazan: 4:43 pm
Kategori: Edebiyat, Sanat

Tahmini okuma süresi: 3 dakika

Ayrık Otu

Fotoğraf : Mahmut Koyaş

Düşünde gördüğün gerçektir, dışarıda gördüğün içeridedir.

Pekgöz Durugörü

Ayrık otu derler bir bitki vardır. Çayırlarda kendiliğinden biter. İnce yapraklı, suyu pek seven, kökleriyle yayılan, bilmeyen gözlerin çimden ya da etrafında yetişen türlü bitkiden ayıramayacağı bir ottur. Nice hafta sonu kaçamaklarında üstünde sevişilmiş, çocuk kramponlarıyla ezilmiş, kanat yağlarıyla beslenmiş olsa da kentsoylular tarafından pek ilgi görmez.

Onu tanıyanlar; çiftçiler, bostan bakıcıları, bahçıvanlar, hobi bahçeciler ve bizim yeğen ormandan bir çuval toprak getirsin de çiçekleri coşturayım diyen balkon teyzeleridir. İşte O toprağa yakın kişilerdir ki, ayrık otunun çilesiyle dert sahibi olmuşlardır. Aah ah, ayrık otu: bostancının çekisi. Kimileri istilacı da diyor, çünkü suyun yürüdüğü her yerden işte o da gidiyor. Toprağın üstünde zarif ince yapraklarıyla belirse de altında köklerden bir hanedanlık. Çapraşık yollarla gezdiği yer altında, sen bir domates mi ekmiştin, yok suyu ben çekeceğim, bamya tohumların filiz mi verdi, olmaz onları da ezeceğim. Ya Hu bir top fesleğen koymuşsun şuraya, koksun da yaprak bitleri beride dursun diye, gelmiş fesleğeni yemiş!

Bu noktada toprağa uzak olan kıymetli okurlar pekala şunu düşünebilir: “E kardeşim seni bostancı diye dikmedik mi bu tarlanın başına, yoluver gitsin.” Doğrudur efendim, yapılması gereken budur. Mamafih ayrık otu yolmak pek öyle lastik değiştirmeye benzemez. Her şeyden önce kökleri çok güçlüdür ve derine inen tek bir kök değildir. Daha ziyade çok merkezli bir ağa benzer. Üstelik yüzeyde gözüken yaprakları da pek incedir. Sen sökeceğim diye tutarsın kulağından başlarsın çekmeye, yaprak elinde kalır kök içeride. Daldırdın elini damarını buldun diyelim ve sen ilerledikçe o da geliyor seninle… Çat! Bir kopuverir, dondurma topu yere düşmüş çocuk edasıyla üzgün kalırsın, külah elinde. Ayrık otuysa hiç utanmaz, sıkılmaz… Ooh ne de güzel budandım der üstüne, senin kopardığın bir damardan iki hatta üç baş verir de yürür geri gelir. Diyelim şansın yaver gitti, çektin aldın hepsini, nereye atacaksın? Çünkü bilmen gerekir ki, attığın yer yeni evidir ayrık otunun. Tabi çıplak beton üstünde, kızgın güneş altında yaşam tamamen çekilene değin yakmaya razıysan, hazırsan ve işte en kutsal şeyin yaşam olduğunu sandığın halde yapacaksan o başka.

Fakirin gönül bahçesi de ayrık otlarının istilasındadır. Alacakaranlıkta zıplayan kedinin heyecanıyla neşe bulmakta, fakat tuttuğu akşam kelebeğinin çığlığını duymamaktadır. Biçare gönül, seyri sükutta, hoşken hoştur amma, kahrolmaya razı değil. İster ki, güller açsın göğsünde ve kelimeler dudaklarında bade olsun damlasın, fakat ne mümkün ayrık otlarını bozguna uğratsın.

Evvela yüzeydeki yaprakları yolmaya çalışır. O yapraklar ki derinde gümleyen davulların yüzeyde titrettiği kum tanelerine benzer. Nasıl ki  öfkeye öfkelenir, korkudan korkar ve utanmaktan utanır. Cahil savaşında duygulardan sakınmayı kurtulmak sanır. Istırap içinde didinmekten yorgun, fark eder ki, yaprakları koparmanın çaresi yok, bir koparsan beş geri geliyor. Derken o soru uyanır: bunun kökü nereye gidiyor. Annem şunu yaptı, sevgilim aldattı, öğretmenim aşağıladı… Yeni bir şey keşfetmenin heyecanıyla kök budama başlar: terapi, aile dizimi, nefes, regresyon, yoga, meditasyon, Vipassana, Sema, Reiki, Bioenerji, Astroloji, Human Design, Ayahuaska… Biçare gönül, her kesilen baştan fışkıran kanlar, ıstırabın yeni adı: Rahatlama, bir anlığına.

Derdin büyüğü odur ki: başı sonu bilinmez bir ağdır bu. Kendini yiyip içen. Bitti sansan da bitmeyen, geçti sansan da geçmeyen. Koparılıp atılmış da olsa, sinsice kuytuda bekleyen, nefesinle beslenen… Pek tabi mümkündür attığın tohumları filizlendirmen ve gürleşen güllerinin sivri dikenleriyle övünmen. Yine de razı değilsen, susuz bırakmaya o bahçeyi, ne Aşkı ne kederi terk etmeyi; ölü bir gezegen soğukluğunda canlı cenaze gezmeyi, daim orada kalacak.

Eh biz de boşuna bostancı dikmedik oraya seni. O baş verecek, sen keseceksin. Sen baş verip O kesene değin.

Matruşkalar birbiri içine gizlenmiştir. Biz de bu yazıyı Yaşakan Kabilesi yerlilerinden Pekgöz Durugörü’nün şu sözleriyle sırlayalım: “Bostanda çalışmak kendimizde çalışmaktır. Bel yaparken toprağın altını üstüne getirdiğini görürsün, ya kendi içini dışına çıkardığını? Düşünde gördüğün gerçektir, dışarıda gördüğün içeridedir.” Bu hikmetli sözler her ne kadar 7 kıtada kulaktan kulağa yayılıp inziva kamplarında derin ruhları aydınlatmakta da olsa, Durugörü bunu aslında kabilesinin şekerle kandırılıp tembelliğe düşürülmüş diyabetik gençlerine söylemişti, azcık ellerine kürek filan alsınlar diye.

Fotoğraf : Mahmut Koyaş

(Visited 382 times, 1 visits today)

Last modified: Mart 24, 2023

Kapat
error: İçerik Korunmaktadır / Content is protected !!