Yazan: 1:00 pm
Kategori: Edebiyat, Sanat

Tahmini okuma süresi: 4 dakika

BİR SARHOŞ,BİR ÇIPLAK VE BİR DELİ

Ölülerle oyun oynanır mıydı babaanne, izin verir miydin boyayla yazamadıklarımı kanla karalamama, babannem bilmez ama kan en iyi mürekkepmiş, bu yüzden belki de tarihin kanla yazılışı. Bu defa da duvara sizin gibi önemli bir insanın en sevdiğim sözünüzü yazıyordum ‘İnsan kötü bir alışkanlıktır.’ Siz öğretmiştiniz ya çıplak, sarhoş ve deli olmamayı, iyi bir öğrenciyim ki bırakabiliyorum sizi, diğer bütün alışkanlıklar ve sıfatlar gibi..

çıplak

BİR SARHOŞ, BİR ÇIPLAK VE BİR DELİ

İlk cümleyi yazsam gerisi gelecekti ben de bundan korkuyordum, ilk cümleyi yazmaktan. Başlamıştım yazmaya, gerisi gelecekti.

Doktorların hastalarıyla olan ilişkilerini gizli tutma yahut buna benzeyen bir sorumluluğu olduğunu hatırlıyorum, peki hastaların da aynı sorumluluğu var mıydı? Endişelenmeyin doktor, bu cümleler korkutmasın sizi, okuyan ya da okumayan hiç kimse bilmeyecek sizi, benim gibi.

Soğuk burası mevsim ayırt etmeksizin, burada her mevsim dokundu tenime, soğuktu yazları bile, siz de hatırlıyor musunuz yazları üşüdüğünüzü, ruhunuzun soğuduğunu, hissizlik soğutuyordu ruhu.

Rüzgarın arasına karışmış bir bebeğin sesi geliyor odama davetsizce, doktor ve benden başka kimsenin sesini bilmeyen bu duvarlar kadar şaşkınım.

Bebekler dedim bebekler, çıplak ve masum, henüz insanlar giydirmedi,  büyütmedi, kendi doğrularını öğretmedi, Tanrım nasıl da öldüreceklerdi masumiyeti! Bilmiyorlar ki çok daha iyi bir yer olabilirdi dünya, çocuklar çıplak kalsa..  

Bir keresinde Tanrı’nın evine çıplak gitmiştim. Tanrı ona tertemiz gitmemizi istemez miydi? İnsanın elinin ve makinasının değdiği her şey pisti. Bedenim de tertemiz değildi ki önce annemin, sonra bir kaç kadının eli değmişti. Annem melekti ve iyi kadınlardı diğer hepsi. Tanrı çırılçıplak kabul eder miydi bizi sahi? Tanrıyı seviyordum. O’nun da beni sevdiğine inanmak istedim. Hep istedim.

Doktor Tanrıyla konuşabildiğime inanmıyor, ona bir gece Tanrının bana gülümsediğini anlattım, güldü geçti. Gökyüzünü bile görmeyen bu odada Tanrıyı gördüğüme inanmadı işte.

– Tanrı’ya inanır mısınız doktor?

– Bilmem hiç düşünmedim.

Yalan söylüyordu herkes düşünürdü bunu, herkese düşündürülürdü, kilisenin çan sesi ya da bir ezan sesiyle.

– Herkesin bir Tanrısı vardır doktor; sevdiği, inkar ettiği ya da sizinki gibi bir soru işareti.

Doktor ışığı kapatıp gitmişti. Neyse ki uzun sürmedi bu karanlık, soğuk, yalnızlık Tanrı benleydi.  

Bir sarhoşun dualarını kabul eder miydi Tanrı? Ederdi.

Sarhoşken samimiydi insanoğlu ve Tanrı samimiyeti severdi.

Çıkarcı bir dilencininkini kabul ederken, samimi bir sarhoşu geri çevirmek olur muydu, anlattılar ama öğretmediler ki Tanrının adaletini.

Bir delinin dedikleri çok daha gerçekti bir falcınınkinden ve daha az bozardı halet-i ruhiyenizi, oldum olası sevmedim kehanetleri. Falcı olmaktansa deli olmayı seçerdim zaten. Düşündüklerimi fısıldamaktan vazgeçip insanlarla ve kendimle sesli konuştuğum gün deli olmuştum. Yani hep deliydim, bir gün insanlar duydu sesimi delirdim. Daha ne isterdim ki Tanrı delileri de sevseydi. Bir sarhoş, bir çıplak ve bir deli…

Samimi, gerçek ve uzak durulası şeylerdi. İşte gelip bu hikayeye yerleşmişlerdi. Ya üç kişi olmalıydı bunlar ya üçü bir kişide..

Zaman ağırlaşıyordu, ölmek için acelesi yoktu ki biz gibi.

– Pardon saatiniz kaç doktor?

– Kaç olmasını istersin?

– Aslında bir önemi yok.   

Beklediğiniz başka bir zaman yoksa, gerçekten önemi kalmıyordu zamanın; mesai bitimini, gelecek birini, herhangi bir anı beklemiyorsanız önemsiz bir ayrıntı saatler. Eminim sizin beklediğiniz bir şeyler vardır ki saate bakıyorsunuz neredeyse her an, anı yaşamayı unutarak.

Zamansızlık kavramının insanı hayvanlaştırdığını okumuştum bir romanda, doğruydu fakat yazar bir şeyi atlıyordu, zamansızlık hayvanlaştırsa da sanıldığı gibi akrep ve yelkovan, düzenin tik taklarından ibaret olmaktan çok daha mutsuz hale getirmiyodu kimseyi, en azından beni daha mutlu etmişti.

Tik taklar demişken aslında seviyordum modern dünyanın yok ettiği, bu sesleri. Eski saatleri. Ama artık yoklar, sevdiğim her şey gibi. Zamanla bütün hesabımı kapattım neticede, zamanla oluyor muyduk, ölüyor muyduk, yoksa oldukça ölüyor ve yalnızca öldüğümüzde mi olmuş oluyorduk?

Bunları sorgulamaktan, bu sorularla doktoru yormaktan vazgeçtim. Ve hesaplamaya başladım zamanın ifade etiği tek şeyi, kaç zaman geçmişti O’nun üstünden, haa evet ‘O’, uğramasak olmazdı zaten ona, O’nun şarkılarıyla sarhoştum, en çok O’nun teniyle çıplak ve O’nun gidişiyle deli. Herkesin hayatında bir ‘O’ vardı ki ya kendinize getiriyordu sizi ya yok ediyordu benliğinizi..

Bambaşkaydı benimki bir beni yok edip, asıl beni bıraktı bu odaya. Ben odadayım, yokum kimsenin hayatında ben varsam sadece odada. O’nu düşünüyordum işte bir gece daha..

– İnsan kötü bir alışkanlıktır ve çok sevsekte zararlı alışkanlıklar bırakılmalıdır, dedi doktor.

– Bütün kötü alışkanlıklar zor bırakılır.

– Ama bırakılır, bırakılmalıdır yoksa onlar sizi bırakır.

– Haklısınız, bırakmadan bırakılmalıdır ya da hayatta hiç kimseyi hiç bir şeyi alışkanlık haline getirmemeli doktor ama böyle yaşanabilir mi?

– Banyodaki aynaya bakmıyor musun hiç? 

Aynaya baktım yaşanıyordu. Bir daha baktım, bir gariplik vardı bana ait olmayan bir şey aynada, doktorun siuleti beliriyordu sol köşede, doktora baktım bırakılmanın, kalmanın hüznü vardı gözlerinde doktora bir daha baktım gitmenin kendisi vardı.

– Herkes gider, dedi kapıyı çekerken

– Tanrı gitmez, dedim.

Belli belirsiz gülümsemesini gördüm yine son karede, yoksa ‘Tanrı da gider miydi?’ o geceden sonra Tanrıyı da çok sevmemeye karar verdim, delilerin kendine özgü gülmesi, sizin deli deli gülme demeniz gibi, güldüm sonra bu kararıma. O’ nu da sevmemeye karar vermiştim kim bilir kaç kere, kaç gece.  

Reçetenize uyuyorum doktor, alışkanlık haline getirmiyorum hiç kimseyi ve hiçbir şeyi. Reçetenize uyuyorum doktor artık insanları hiç sevmiyorum.

Özünde herkesin iyi olması, her insanın bambaşka bir cevher oluşu gibi o umutlu safsatalarım yok artık. Reçetenize uyuyorum doktor seveceksem bundan sonra kekik kokan dağları, rüzgar kadar özgür olmayı, bir martı çığlığı, her iklimi yaşamayı ama  kendi denizimin mavisi kalmayı seveceğim, çıplak bir çocukken olduğu gibi.

Doktoru da seviyordum hatta artık tek konuştuğum, gördüğüm, bildiğim oydu.

Fakat gözlerindeki gitmek fiili beni çok korkutmuştu.

Odamda ölü bulundu.

İkinci bir defa bırakılmak olur muydu?

İnsanlardan nefret ediyordum ve doktor artık konuştuğum, gördüğüm, bildiğim tek insandı.

Benim aynamda fazlaydı. Odamda ölü bulundu.

Ölülerle oyun oynanır mıydı babaanne, izin verir miydin boyayla yazamadıklarımı kanla karalamama, babannem bilmez ama kan en iyi mürekkepmiş, bu yüzden belki de tarihin kanla yazılışı. Bu defa da duvara sizin gibi önemli bir insanın en sevdiğim sözünüzü yazıyordum  ‘İnsan kötü bir alışkanlıktır.’ Affedersiniz sizi öldürdüm çünkü size alışmıştım doktor! Siz öğretmiştiniz ya çıplak, sarhoş ve deli olmamayı, iyi  bir öğrenciyim ki bırakabiliyorum sizi, diğer bütün alışkanlıklar ve sıfatlar gibi..

Belki de tam tersi; sarhoş çıplak ve deli olmanın yanına eklenmişti katil kelimesi. Belki de ben bırakmamıştım da, ölüm en hakiki gidişti ve bırakılmış bir alışkanlıktım, geride.

Bilemiyorum ki hangisi?  

Ama kim belirliyorsa dünyadaki sıfatları  ekleyebilir sona, bir firari.

Gülbay Başar

http://gulbaybasar.blogspot.com/2014/11/bir-sarhosbir-cplak-ve-bir-deli.html?m=1

(Visited 189 times, 1 visits today)

Last modified: Mart 14, 2021

Kapat
error: İçerik Korunmaktadır / Content is protected !!