Yazan: 5:39 pm
Kategori: Edebiyat, Sanat

Tahmini okuma süresi: 7 dakika

Shakespeare’in Gölgesinde Ütopik Bir Dünya Yaratmak / Arnold Wesker’in Uyarlaması Tacir

Arnold Wasker ütopik ve toplumcu bir oyun yazarı olarak evrensel barışı tüm insanlık için arzuluyorken, Shakespeare’ in Venedik Taciri oyununda barışa engel olacak bir ileti olduğuna nasıl karar verdi? Bana tüm bu soruları sorduran Wesker in Tacir uyarlaması ve Shakespeare’ in Venedik Taciri oyununu karşılaştırarak, iki yazar üzerinden dünyayı algılama biçimlerinin farklılıklarını metinlerden bulmaya çalıştığım saptamalarla göstermeye çalışacağım…

SHAKESPEARE

Shakespeare’in düşleri var mıydı? İnsanlık tarihi boyunca yaşayan yazarlar, düşünürler, sanatçılar insanlığın içinde bulunduğu gerçek dünyadan rahatsız mıydılar? Dali zamanın insanlar için eriyip gitmesindense yeni bir zaman yaratmak mı istiyordu? Her insan gibi yazarların da düşleri var. Düşlerimizi yaşantımızdan ayrı tutamayız. Kendi düşlerimizi bir başkasının düşünceleri üzerinden anlatabilir miyiz? Arnold Wesker, ütopik ve toplumcu bir oyun yazarı olarak evrensel barışı tüm insanlık için arzuluyorken, Shakespeare’in Venedik Taciri oyununda barışa engel olacak bir ileti olduğuna nasıl karar verdi?

Bana tüm bu soruları sorduran Wesker’in Tacir uyarlaması ve Shakespeare’in Venedik Taciri oyununu karşılaştırarak, iki yazarın dünyayı algılama biçimlerinin farklılıklarını göstermeye çalışacağım. Shakespeare’in özgür bıraktığı boşluklardan, Wesker’in insanlık için düşlerine açılan bu kapıdan geçerken; bu günün insanı için kapatılan kapıları aralamaya çalışacağım.Venedik Taciri, yazarının ölümünden yüz yıl önce yaşanmış tarihi bir gelişimin izlerini taşıyan, bu gün bile insanlığın sorunlarından biri olan hukukun yapısını irdeleyen bir oyundur. Shakespeare’in oyunlarındaki tema zenginliğini açıkça görebildiğimiz oyunda, birçok tema sayılabilir. Adalet, dostluk, aşk, seçim, insanlık, hırs ve etnik anlaşmazlık.

Kazuistik hukuk eleştirisi olarak da görülebilecek oyun, dönemin ticaret merkezi Venedik ve olayların romans bölümlerinin geçtiği Belmont’ta geçiyor. İlk bakışta taş yürekli bencil bir tefeci görünümündeki Shylock ve tefeciliği günah sayan bir tacir olan Antonio arasında yapılan bir senedin etrafında döndüğü sanılabilecek oyun; ticaret, para, dönemin ve Venedik’in sorunlarından Hristiyan-Musevi çatışması ve tüm bunların oluşturduğu sosyolojik, siyasi, psikolojik durumların toplum üzerindeki yansımalarını göstermektedir. Oyunun çok yönlü yapısı adeta insanı bir hesaplaşmaya davet ediyor diyebiliriz.

Irksal ayrımcılık ise oyunda tartışmalı bir yer edinmiştir. Tüm bunların yanında Portia’nın adalet sisteminde yarattığı sarsıntı, kadınların kamu alanlarında gözükmediği bir dönemde farklı bir bakış açısı aralamaktadır. Günümüz dünyasında hala yerini bulan tartışmalara yol açan, sayısız anlam ve boyut içeren oyun; her bir karakter ve durum ile tartışmaya, yoruma ve hesaplaşmaya açıktır.

Venedik Taciri‘nin konusu şöyledir: Belmont’lu zengin bir ailenin kızı olan Portia’nın evleneceği erkeği, babasının miras bıraktığı bir sınav seçecektir. Üç kutudan doğru kutuyu seçecek olan taliplerden biri Portia ile evlenecektir. Venedikli bir tacir olan Antonio’nun en iyi arkadaşı Bassanio, Belmont’a gidip bu sınavı kazanabilmek için Antonio’dan borç ister. Gemileri seferde olan Antonio arkadaşının istediği parayı Yahudi bir tefeci olan Shylock‘tan bir senet karşılığı alır. Senet borcunu vermediği takdirde Antonio‘nun bedeninden yarım kilo eti Shylock’un alması şartını içermektedir.

Bassanio Belmont’a gider, doğru kutuyu seçer ancak bu sırada Antonio‘nun gemileri ile ilgili kötü haberi gelir. Shylock senette yazdığı üzere hakkını ister. Mahkeme Shylock’tan vazgeçmesini istese de vazgeçmez. Erkek kılığında mahkemeye gelen Portia‘nın, senette kan yazmadığı gerekçesiyle anlaşmanın geçersiz olduğunu kanıtlamasıyla Antonio kurtulur. Mahkeme Antonio‘nun canına kast ettiği gerekçesiyle Shylock’un tüm mal varlığına el koyar. Antonio‘nun gemileri geri döner. Oyun mutlu sonla biter.

Shakespeare

Arnold Wesker in uyarlamasında Shakespeare’in metnini tamamıyla değiştirdiğini görüyoruz. Olayların akışını, vermek istediği ileti doğrultusunda yeniden çiziyor. Temelde metinde bulunan etnik çatışma teması üzerinden işlenen Shylock ve Antonio karakterlerini, yaşlılıklarında iki iyi dost olarak karşımıza çıkarıyor. Shakespeare’de Venedik sokaklarında geçen olaylar, tarihin ilk gettosu olan Venedik Gettosu’nda geçiyor. Shylock artık bir bilginin hayranı, el yazmaları biriktiren bir banker. Antonio ise tacirlikten nefret eden Shylock‘a hayran bir tacir. Burada Shylock, Venedik Taciri’indeki gibi bir adam değildir. Paraya tapan bir tefeci değil; bilgiye âşık, kendi ulusuna yardım etmeye çalışan bir aydındır.

Shylock karakterinin bu şekilde yeniden yorumlanışı kendisi de bir Yahudi olan Wesker‘in, Shakespeare’e bir karşı çıkışıdır. Venedikli Yahudi tefeci Shylock, Shakespeare’in Yahudilerin kişiliğine dair yarattığı bir olumsuzlama, kötü bir örnek midir? Shylock, Shakespeare de öfkelidir, intikam peşindedir. Hristiyanların ikiyüzlülüğünü göstermek istemekte ve aşağılanmalarının cevabını vereceği bir fırsat yakaladığında, Yahudilerin sözcülüğünü üstlenmiştir. Bunların yanında bir baba olarak kızını kaybettiğinde gerçekten paralarını mı düşünmektedir? Bu boş alanlar yoruma açıktır. Olayların geçtiği dönemde Yahudiler dinsel ayrılıklar yüzünden birçok ülkeden kovulmuş, yakılmış, yok edilmek istenmiş.

Venedik bu kıyımlardan kaçan Yahudilerin sığındığı bir şehir. Venedik, Yahudileri Getto’ya hapsetmiş. Shylock bu yüzden Wesker’de sarı şapkasını takmak ve belli bir saatte gettoya dönmek zorunda. Peki, Shakespeare Yahudilerin gündelik yaşamını ne kadar tanıyordu ve bir Yahudi karakteri çizerken ne kadar tarafsızdı? Metne bakacak olursak Shakespeare‘de faize karşı olan Antonio ve tefecilik yapan Shylock arasında bir düşmanlık var. Antonio, Yahudi Shylock’u aşağılamakta. Antonio’nun şu sözleri Shakespeare’in Yahudiler hakkındaki görüşünü ele veriyor gibi görünebilir:

Yahudi ile konuştuğunu unutma ne olur. Kumsala gidip gel-git dalgasına, “bugün fazla yükselme” desen daha iyi. “Kuzularını yiyip, ana koyunu niye ağlattın” diye kurda sorsan daha iyi. Yahudi yüreğini yumuşatmaya çalışmaktansa, dünyanın en sert şeyini yumuşatmayı dene daha iyi. O yürekten serti yoktur çünkü. İşte bunun için, rica ederim Yahudi’ye başka teklif yapma; başka yola da başvurma. Bırak en kısa ve en kestirme yoldan kararını versin mahkeme, Yahudi de dileğine kavuşsun.(4)

Bu biçimde bir bakışla Shakespeare’in Antonio ağzından kendi görüşünü bildirdiğini düşünmek kısıtlı bir yaklaşım olacaktır. Ancak Wesker’in uyarlamasında yer verdiği dönemin getto yaşantısı, kitapların yakılışı, adalet sisteminin işleyişi, Yahudilerin gözünden Venedik’te yaşam bizi farklı bir hesaplaşmaya götürüyor. Şimdi bu hesaplaşmaya karakterler üzerinden yaklaştığımızda, yalnızca Shylock’un değil, diğer karakterlerin de etnik çatışma ve çıkarlar üzerinden farklı durumlarının ortaya çıktığını görebiliriz. Antonio‘nun Shakespeare‘deki melankolisi ağır basarken, uyarlamada mevcut düzenin alıp-satma üzerine kurulu işleyişi Antonio’yu bir sorgulama ve yabancılaşmaya götürmüştür.

İsim babası olduğu Bassanio ve arkadaşları genç kuşağı temsil ederken; ahlak-ticaret-soyluluk üzerine yaptıkları konuşmalarda, var olan düzenin değişmesini değil içinde kendilerine yer edinme çabalarını görüyoruz. Jessica’nın babasından Yahudi olduğu için değil bir aydın gururuna sahip olduğu için uzaklaştığı, üstelik bunu yaparken ataerkil düzeni sorguladığı bir durum var. Portia ve Nerissa’nın erkekler üzerine yaptıkları konuşmalarda Portia’nın evlilik kurumunu sorgulaması, Shakespeare’deki romans sahnelerinin yerini oyundaki kadınların görme biçimlerinin değiştiği başka boyutlara taşıyor. Oyuna dâhil olan oyun yazarı, ressam, mimar karakterleri, uyarlama yazarının Shylock aracılıyla sanatın etkisini savunduğunun göstergesi sayılabilir.

Wesker’in iletisinin ‘evrensel barışın sağlanması için ırksal ayrılıklar olamamalıdır’ çağrısı olduğunu söylersek, Launcelot’un sahnesinin iletisini desteklemeyecek bir yanı olduğu sonucuna varabiliriz. Efendisinden nefret eden Launcelot’un, Shakespeare’de Bassanio’nun yanına geçmesi ve Yahudi Shylock’u kötülemesi, Jessica ile konuşmaları uyarlamada kullanılmamış. Yine Shakespeare’de taliplilerin Portia’ı ziyaret edip seçim yaptıkları sahneler de uyarlamada yok. Wesker, bunun yerine iletisini desteleyecek sahneler yaratmış. Örneğin Antonio ve Shylock‘un senet için yaptıkları anlaşma, yasayla alay etmek için yapılmış bir anlaşma. Bu sahnede birlikte keyifle -vahşi yasaya vahşi senet, aşağılıkları aşağılayacağız- diyorlar. Bu sözlerle Wesker‘in, dönemin ayrımcılığı destekleyen yasalarını eleştirdiğini görüyoruz.

Shylock‘un evine gelen Yahudi misafirlerinin dünyadaki Yahudi katliamlarını anlatmaları, gettoların insanlık dışı durumunun yansıtılması, evden kaçan Jessica‘nın Yahudiler hakkında Lorenzo’nun ve Bassanio‘nun aşağılayıcı sözlerine -Tanrı’dan Tanrı’ya orospular gibi kolayca geçmeyeceğini- söylemesi ve oyunun sonunda Shakespeare‘dekinin aksine Lorenzo ile evlenmek yerine babasının ardından Kudüs’e gitme kararı; Wesker’in Shakespeare’in metninde bıraktığı boş alanları ırk ayrımı üzerinden anlatmak istedikleriyle doldurmasıdır.

Oyundaki kadınların görme biçimleri değişmiştir. Peki, bunun ırk ayrımıyla ne ilgisi olabilir? Erkek karakterlerden farklı olarak kadın karakterlerde başka bir başkaldırı görülmekte. Wesker‘in düş dünyasında kadınlar evrensel barışın elçileri olabilir. Ancak metin çerçevesinde bu cinsiyet ayrımını körükleyen bir yaklaşım olarak gözüküyor. Din değiştirmenin orospuluk gibi kolay olmadığını söyleyen Jessica‘da görüldüğü gibi sadece din üzerinden yapılan bir ayrımın öfkesi bu. Öte yandan Portia da evlilik kurumunu sorguluyor ama bunu çalışma ve para odaklı bir bakış açısından yapıyor.

Nerissa ve Portia’nın erkekleri alaya aldıkları konuşmalar ilginç bir alan yaratmış. Ancak başlı başına bir cinsiyet ayrımı eleştirisi sayılamaz. Jessica’nın -ev kimin evi babanın mı yoksa çocukların da sayılıyor mu?- sorusu, ataerkil düzende evin sahibinin erkek oluşuyla ilişkilendirilebilir, ancak kısıtlı. Uyarlamanın sonunda Bassanio‘nun -zekâsını bağrıma basacağım ama şımartmayacağım, kendimi yönettirmeyeceğim- sözleri, erkeklerin kadınlar karşısında takındıkları aşağılayıcı tavrı sergiliyor. Ancak Nerissa’nın ‘hakiki kahramanlar’ sözleriyle, erkek dünyasındaki yalancı kahramanlık söylemini mi, yoksa Yahudi dostu Hristiyan Antonio ve Yahudi Shylock karşısında kazanılan Hristiyan kahramanlığı mı eleştiriliyor?

Venedik Taciri temelde hukuksal bir boşluk üzerine kurulurken, Wesker’in Tacir uyarlaması ırksal ayrımcılık üzerine kuruludur. Wesker, İkinci Dünya Savaşı’nı yaşamış bir yazar olarak savaş sonrası insanların düşlerine sahip bir yazardır. Shakespeare Venedik Taciri’nde, insanlık için tek bir düş kurmuş olabilir sanırım. Adalet. Venedik Taciri’ni günümüzde bu kadar geçerli kılan en büyük sebeplerden biri hukuk sistemi ve insanların hukuk sistemi oluşturma çabalarıdır. Terry Eagleton’un dediği gibi yazılı kanun keskindir. Portia’nın bulduğu çözümün aslında bir geçerliliği yoktur çünkü yazılanı, yazılmayanın boşluklarıyla değiştirmenin yüzlerce olasılığı olabilir.

Shakespeare hukukun toplumsal düzene dayanak olduğunu bilmekteydi ve bu durumda bireylerin ırklarından dolayı aşağılanması hukukun eşitleyici ilkesine elbette tersti. Antonio gerçekti, ırkçıydı. Venedik’teki tüm Hristiyanlar neredeyse ırkçıydı. Shakespeare bunu biliyordu, Wesker da bunu biliyordu. Et ve kan, para ve çıkarla bağlantılı sayılabilecekken Wesker, sarı şapka ve getto, para ve çıkardan daha çok insanlık suçu sayılabilecek bir şey biliyordu: dinsel, ırksal ayrımcılık. Yazarların yaşadıkları dönemler, yaşantıları, kökleri düşüncelerini ve düşlerini oluşturuyor.

Wesker’in uyarlamasını Shakespeare’in metni olmadan anlayamayız. Çünkü onun yarattığı ütopik dünya Shakespeare’in yarattığı tarihi mahkemeden geçiyor. Günümüz için Yahudi düşmanlığının ortadan kalktığını söyleyenler olacaktır. Ancak biz insanoğlu, yangınları ve kıyımları unutuyoruz. Wesker Shylock’u ve Antonio’u birleştirip aşağılayanları aşağılamak için Venedik’te bir kütüphane kurup yakılan kitapları, unutulan insanlık ayıplarını hatırlatmaya çalışmıştır.

Shakespeare’in Venedik Taciri ünlü bir yapıttır ve bu yolla belki de yanlış anlaşılan bir şeyleri düzeltmek istemiştir. Yeni bir oyun yazmak yerine böyle bir uyarlama yapmak, ünlü Shylock karakterinin olumsuz yönleriyle çizdiği tabloyu boyamak ve kendi kökleri olan Yahudi ırkının Shylock gibi olmadığını göstermek istemiştir. Shylock benim okuduğum Shakespeare’de kötü bir Yahudi değildir. Ancak birçok Türk düşünürünün geçmişte bu oyunun Yahudi karakteristiğini anlatmak için yazıldığını düşünmüş ve yazmış olduğu gibi, dünyanın farklı yerlerinde de böyle algılanmış olması olasıdır.

Sonuç olarak Shakespeare iyi bir yazardı. Ama Wesker gibi savaşların olmadığı, ekin ve sanat paylaşımının eşit olduğu bir dünyayı değil, yaşamış olduğu tarihsel gerçeklerin çarpıcı hikayelerini yazdı. Wesker, Shakespeare’de kendi köklerinin boşluklarını bulup bu uyarlamada tarihin ilk gettosu olan Venedik Gettosu’nda yarattığı düş dünyasında, bilginin ve sanatın kapılarını aralamıştır. Ancak bu kapılar Shakespeare’in günümüze açılan kapıları kadar açık değildir. Belki de tüm dünyayı ilgilendiren konular aşk, dostluk, para gibi değişmeyen olgularla anlatılmadığında ilgi görmüyordur. Wesker’in sarı şapkası, Shakespeare’in yüzük ve kutuları kadar önemlidir. Yine de et ve kan her ikisini geride bırakmaktadır. Et ve kan hukukun hüküm sürdüğü insan bedenlerini temsil eder. Asıl soru insanın haklı sebepleri olsa da bir başka insana zarar verme hakkının olup olmadığıdır.

Oyunlardaki kötü karakterlerin birilerine zarar verdiğini biliyoruz. Moliere’in Tartüf’ü kötü bir karakter, sahtekâr, çıkarcı, dini çıkarlarına alet eden biridir. Hiçbir haklı yanı yoktur. Oysa Shakespeare‘in çizdiği Shylock bastırılmış, horlanmış, dışlanmış, dininden ötürü eziyet görmüştür. Metinde bunu açıkça görebiliyoruz. Shylock’un yüzüne tükürüldüğünü, eşinden kalan yüzüğü kızının bir maymun karşılığında sattığını, değerlerinin hiçe sayıldığını bize Shakespeare anlatıyor. İyi ve kötüyü kesin çizgilerle ayırmıyor. İnsan olarak ezilmiş bir halkın temsilcisi olan Wesker, her ne kadar Shylock’un dinin adam öldürmeyi lanetlediği halde halkının onuru için lanetlenmeyi ve dostunu öldürmeyi göze aldığını açıklasa da kaynak metindeki göstergeler, bizi bu davada ırksal ayrımcılığa değil insan adaletinin sorgulanışına götürüyor.

Metne dışardan baktığımda düşlerim Wesker’in düşüne yakın olsa da somut olarak, Wesker’in Shakespeare’i yanlış anladığı sonucuna varıyorum. Bu hesaplaşmanın metinle değil metinden ısrarla çıkarımı yapılmış bir insanlık ayıbıyla olduğunu sanıyorum. Günümüzde toplumların hala adaleti sağlayamadıkları su götürmez bir gerçektir. Ayrımların yapıldığı da bir gerçektir. Kötü muameleye maruz kalan insanların öfkelerinde bir haklılık payı olabilir. Bu açıdan adalet kim için doğru uygulanabilir düşüncesi metinde sorgulanan bir gerçektir. Wesker‘in uyarlaması bir Yahudilik savunması görünümünde kısıtlı kaldığından günümüzde anlamını koruyamamaktadır. Düşler kaynak düşünceyi geliştirememiş. Gölgede kalmış bir ütopyaya dönüşmüştür.

                                                                                                                                        

(Visited 130 times, 1 visits today)

Last modified: Haziran 13, 2020

Kapat
error: İçerik Korunmaktadır / Content is protected !!