Yazan: 12:19 am
Kategori: Bilim & Akademi, Sağlık

Tahmini okuma süresi: 7 dakika

Travmalarımız Bizim Giysilerimiz, Çıplak Değiliz!

Travmalarımız bizim giysilerimiz, çıplak değiliz!
Maalesef yaşadığımız toplumdan, edindiğimiz arkadaşlıklardan, hayatımıza giren sevgililerimizden, belki ailemizden veya hiç alakasız birinden dolayı bir şekilde travma sahibi olmuş, atlatmış veya hala yaşıyor olabiliriz. Birbirimizi hem yaratabilir ve yok edebilir hem besleyebilir ve dehşet içinde bırakabilir hem de travma yaşatabilir ve iyileştirebiliriz. Peki insan ilişkileri böyledir de gerçekten ışığı ortaya çıkarmak için karanlığa mı girmek zorundayız? Vücudumuzda bir yerlerde hala hücrelerimiz bizim için savaşıyor ve gerekli maskeleri, giysileri üzerine giyerek bizi yaşatmak için uğraşıyorlar. Hayatın ne kadar değerli ve akan bir şey olduğunu da hatırlayalım.

Travmalarımız bizim giysilerimiz , çıplak değiliz!

TRAVMALARIMIZ BİZİM GİYSİLERİMİZ, ÇIPLAK DEĞİLİZ !

Travmalarımız Bizim Giysilerimiz, Çıplak Değiliz!
Travmalarımız Bizim Giysilerimiz, Çıplak Değiliz !

Debbie FordIşığı Arayanların Karanlık Yanı” isimli kitabında “Sahiplenmediğin şey, senin sahibin olur. Kusurlarınız için savaştığınızda, onlardaki güzelliği fark edersiniz. Direndiğin şey varlığını ısrarla sürdürür. Eğer şimdi’nizi değiştirmek istiyorsanız geçmişinizi kucaklamalısınız. En büyük günah yaşanmamış bir hayat olabilir.” Diye yazıyor. Karanlık yanlarımızla bütünleşmeden ışığı aramanın manasızlığını anlatıyor.

Maalesef yaşadığımız toplumdan, edindiğimiz arkadaşlıklardan, hayatımıza giren sevgililerimizden, belki ailemizden veya hiç alakasız birinden dolayı bir şekilde travma sahibi olmuş, atlatmış veya hala yaşıyor olabiliriz. Birbirimizi hem yaratabilir ve yok edebilir hem besleyebilir ve dehşet içinde  bırakabilir hem de travma yaşatabilir ve iyileştirebiliriz. Peki insan ilişkileri böyledir de gerçekten ışığı ortaya çıkarmak için karanlığa mı girmek zorundayız?

Yapılan araştırmalara göre fiziksel ,duygusal ve psikolojik olarak insanların travmadan sonra  nasıl hayatta kaldıklarını belirleyen şey etraflarındaki kişilerin, özellikle de güvenmeleri ve inanmaları gereken yetişkinlerin sevgi, destek ve teşvik vererek yanlarında olup olmadıklarıdır.

Travmanın sonuç olduğu; duygusal yıpranmalar, aşırı veya isteksiz tepkiler, topluma uyum sağlayamama gibi çeşitlendirebileceğimiz bir çok psikolojik ve fiziksel sorunlara yol açabileceğini biliyoruz. Travmayla kanser hastası olma riski yüzde 150 artıyor. Kalp krizi geçirme riski yüzde 232. Felç geçirme riski yüzde 281. Eklem iltihabı olma riski yüzde 286. Depresyonu anladık ama ya bunlar? Bu hastalıklar immün (bağışıklık) sistemi hastalıkları…

Peki travmanın özellikle çocukların hayatının erken dönemlerinde meydana gelmesi veya  ciddi bir ihmale maruz kalmasının beynin genel olarak daha küçük olmasına, bazı alanlarının daralmasına ve beyinle ilgili bir sürü işlevsel sorunun ortaya çıkmasına neden olduğunu biliyor muyuz?

Travmatik semptomlarla başa çıkmanın  ne kadar yorucu ve hassas olduğunu yeri geldiğinde sabrımızın taşıp kurtulmak istediğimizi, düzelmeye olan inancımızın daha hiç başlamadan bile olmadığını söyleyebilirim. Öncelikle travma sözcüğünün büyüklüğü diye bir şey var. Ama travmanın büyüğü küçüğü yok, üstelik bir sürü nedeni olabilir.

Karşımızdaki kişi ihmal veya istismar edilmiş bir çocukluk geçirmiş olabilir, aile içi şiddeti aşırı boyutlarda yaşamış olabilir, ailesinden birisini korkunç bir şekilde kaybetmiş olabilir, belki hiçbir zaman kucağa alınıp sevilmemiş, hep yalnız kalmış olabilir, belki hep itilip kakılmış, birileriyle karşılaştırılmış çocukluğu ve gençliği boyunca bir savaşta olabilir, belki daha ergenken yetişkin sorunlarıyla uğraşmak zorunda kalmış olabilir, bunlar gibi bir sürü olağan veya  olağandışı “belki” sıralayabiliriz. Ve  bunların hepsi bir travma yaşatmak için yeterlidir.

Peki beynimizin travmaya nasıl tepki verdiğini ve travmadan kendini nasıl koruduğunu, en önemlisi travma sonrası nelerin, nasıl etkilendiğini anlarsak karşımızdaki insanların veya kendimizin mucizevi bir şekilde iyileşebileceğini de görebiliriz miyiz? Beynimiz gerçekten muazzam  bir organ. Bunun farkında olan herkesin beyine karşı bir hayranlığı oluşuyor.

Beyin içten dışa doğru eski bir temelin üzerine inşa edilmesi  şeklinde  büyür. Beynin en alt kısımlarında kertenkeleler kadar ilkel canlılarınkine benzer bir düzeni paylaşırken, orta alanlar kediler ve köpekler gibi memelilerdeki alanlara benzer. Dış alanları sadece maymunlar gibi diğer primatlarla paylaşırız.  Beynin en insana özgü kısmı frontal kortekstir. Ama bu bile düzeninin sadece %96’sını bir şempanzeyle paylaşır.

Travmalarımız Bizim Giysilerimiz, Çıplak Değiliz!
Beyin

Örneğin Beyin sapı; vüsut ısısı, kalp atış hızı, solunum ve tansiyon gibi esas düzenleyici işlevlerimize yardımcı olur. Diensefalon ve limbik sistem korku, nefret, sevgi ve mutluluk gibi davranışlarımıza yön veren duygusal tepkilerden sorumludur. Beynin en tepesi olan korteks konuşma ve dil, soyut düşünme, planlama ve düşünerek karar verme gibi en karmaşık ve oldukça insani işlevleri düzenler.  

Beynimizin dört alanı da hiyerarşik bir biçimde düzenlenmiştir; alttan üste ve içten dışa. Tüm bunlar bir senfoni orkestrası gibi beraber çalışır.

Travmalarımız Bizim Giysilerimiz, Çıplak Değiliz!
Travma

Şimdi bir travma anını ele alalım; hemen korkarak bir tepki veririz. Korku tepkisi aşamalıdır ve beynin tehditi algılama seviyesiyle belirlenir. Giderek daha çok korkarken beyninizdeki tehdit sistemleri gelmekte olan bilgileri entegre etmeye ve sizi hayatta tutmayı hedefleyen total bir beden tepkisini düzenlemeye devam eder. Bu amaçla beyninizin ve bedeninizin geri kalanının doğru şeyleri yaptığından emin olmak için etkileyici bir nöral ve hormanal sistemler grubu beraber çalışır.

  • İlk olarak beyniniz frontal korteksteki konuşmaları keserek alakasız şeyler düşünmenize son verir.
  • Sonra etrafınızdaki diğer kişilerden ve şeylerden  ipuçları almaya odaklanır ve limbik sistemin “sosyal ipucu okuma” sistemlerinin devreye girmesine izin vererek kimin sizi koruyacağını veya tehdit edeceğini belirlemenize yardımcı olur. Yani iç güdülerinize güvenin!
  • Kaç veya Savaş durumunda kalma ihtimalinize karşılık olarak, kalp atış oranınız kaslarınıza kan iletmek için artar. Kas tonunuz da artar ve açlık gibi hisler bir kenara bırakılır. Beyniniz binlerce farklı şekilde sizi korumaya hazırlanır.

Tam bir panik halindeyken tepkilerimiz refleksiftir ve hiçbir bilinçli kontrol altında değildir. Korku bizi resmen daha aptal yapar ve bu özellik daha kısa sürelerde daha hızlı tepkiler vermemize ve tehlike anında kurtulmamıza yardımcı olabilir. Ama korku zapt edildiğinde uyumsuz davranışlara neden olabilir; tehdit sistemi bizi sürekli olarak bu halde tutmak için daha duyarlı bir hale gelebilir. Bu bir hiper uyarılma tepkisidir.

Beynin tehdide  karşı tek bir adaptasyon grubu yoktur. Mesela başka bir travma anına bakalım; küçük, güçsüz, savunmasız bir şekilde bu büyük tehdidin karşısında hiçbir şey yapamadığınızı, ne kaçabildiğinizi ne de savaşabildiğinizi varsayalım. Beyniniz az önce bahsettiğimiz gibi olay anında kalp atışlarınızı arttırarak ve kaslarınızı eyleme geçirmek için hazırlayarak yanıt vermiş olsaydı bir yaralanma anında kan kaybından ölmenize neden olabilirdi.  Beyinlerimizde bu tür durumlar için de inanılmaz bir grup adaptasyonu vardır ve  bunlar çokça duyduğumuz “disosiyatif” tepkiler olarak bilinir.

Travmalarımız Bizim Giysilerimiz, Çıplak Değiliz!
Disosiyasyon

Disosiyasyon çok ilkel bir tepkidir. Beyin Savaş veya kaç tepkisini yeteri kadar veremediği için, Disosiyasyon sırasında, bedeni yaralanmaya hazırlar. Kan uzuvlardan geri çekilir ve kalp atış hızı yaralardan akan kan akışını azaltmak için yavaşlar. Beynin eroine benzer doğal maddeleri olan kimyasallar yüksek miktarlarda serbest bırakılır, acıyı dindirir, kişiyi sakinleştirerek gerçekleşmekte olan olaydan psikolojik olarak uzaklaşma hissi yaratır.

Hiper uyarılma tepkisi gibi, disosiyatif tepki de aşamalıdır ve bir süreklilik halinde meydana gelir. Gündüz hayalleri kurmak ve uyku uyanıklık arasındaki geçişler gibi sıradan haller disasiyasyonun ılımlı halleridir. Hipnotik trans bir diğer örnektir.  Beyin güçlü bir hayatta kalma hedefine doğru kayar. Zaman yavaşlamış ve olanlar gerçek değilmiş gibi hissedilir. Nefes alıp verme yavaşlar. Acı hatta korku hissi bile diner. İnsanlar genellikle yaşadıkları olayı bir filmdeki bir karakterin başına geldiğini izliyormuş gibi duygusuz ve uyuşmuş bir şekilde hissettiklerini söylerler.

Bir çok travmatik semptomların; aslında travma  anılarına karşı verilen ya disasiyotif ya da hiper uyarılma tepkileriyle ilişkili  olduğunu biliyoruz. Bu tepkiler insanların  geçirdikleri travmayı atlatmasına yardım edebiliyor ancak devamında diğer alanlarda yaşam boyunca ciddi davranışsal sorunlara da yol açabiliyorlar.

Disasiyotif tepki veren bireyler belirgin bir şekilde dikkatsizdirler; derslere veya işe odaklanmak yerine gündüz hayalleri kuruyormuş ya da  boş boş  bakıyorlarmış gibi görünürler ve etraflarındaki dünyayı görmezden gelirler

Hiper uyarılmış bireyler ise hiperaktif veya ilgisiz görünebilir çünkü dikkat ettikleri şey çevresindekilerin ses tonu, diğer kişilerin beden dilidir. Kaç veya savaş tepkisinin kışkırttığı saldırganlık ve dürtüsellik aynı zamanda meydan okuma ve karşı çıkma gibi de görünebilir ama aslında bunlar kişinin bir şekilde hatırlaması için uyarıldığı, geçmişte meydana gelmiş travmatik bir olaya verilen tepkiden arta kalanlardır. Bu durum meydana geldiğinde maalesef kişi talimatlara yanıt vermez.

Travma yaşamış  bir birey, günlük yaşama döndüğü zaman yaşadığı bir çok olay karşısında beyni onu disosiyatif bir hale veya hiper uyarılmış bir hale kolaylıkla sokabilir. Beyin daha önceden yaşadığı deneyimleri  unutmaz. İçinde bulunulan durumları önceden yaşadığı travmayla ilişkilendirerek kişiyi bir tür korumaya alır.  Nöral ağlar hafıza şablonuna bırakılan daha önceden depolanmış onca deneyimi artık yeni gelen herhangi bir bilgiyi anlamlandırmak için kullanmamız açısından önemli bir konudur. Bu şablonlar beynin dört bir yanında bir çok farklı seviyede oluşur ve bilgi ilk olarak daha aşağıdaki, daha ilkel alanlara geldiğinden, bir çoğu bilinçli farkındalık tarafından erişilebilir değildir. Yani ne yaptığımızın farkında bile olmayabiliriz.

Muhtemelen hepimiz bizi irkilten şeyin ne olduğunu bile anlamadan önce fiziksel olarak yerimizden sıçramışızdır. Bunun nedeni beynimizin stres yanıt sistemlerinin potansiyel tehditlerle ilgili bilgi taşıması ve bunlara mümkün olduğunca kısa sürede tepki vermeye hazır olmasıdır.

Eğer aşırı stresli bir deneyim yaşayıp travma geçirmiş olsaydık, bu durumların anımsatıcıları da benzer şekilde güçlü olabilir ve bilinçsiz süreçlerle tetiklenen benzeri tepkilere yol açabilirdi.  Beyin hassaslaştığında ufak stres etkenleri bile büyük tepkiler verilmesini tetikliyor. Bir diğer unsur da travmanın zamanlamasıdır. Travma ne kadar erken bir zamanda başlarsa, tedavi edilmesi bir o kadar ve zor vereceği zarar bir o kadar  fazladır.

PEKİ NE YAPABİLİRİZ ?

Travmalarımız Bizim Giysilerimiz, Çıplak Değiliz!
Şifa Yolu

Travma yaşamış bireyler o anda içinde bulundukları durumun oto kontrolüne sahip değillerdir. Kontrolü tamamen yitirirler. Müthiş bir çaresizlik hissi yaşarlar. O yüzden de kontrolü yeniden elde etmek travmatik stresle başa çıkmanın önemli bir unsurudur. Kontrol ve alışma arasındaki bağlantının, kontrolsüzlüğün ve hassaslaşmanın bir sonucu olarak, kişinin öngörülebilir ve güvenli bir duruma veya  ilişkiye geri döndürülmesini gerektirir.

Beynin ilişkisel ve keyif veren nöral sistemleri, stres yanıt sistemlerimizle bağlantılı olduğundan, sevdiklerimizle aramızdaki etkileşimler en büyük stres madülasyon mekanizmasıdır. Düşüp dizlerini sıyırdıktan sonra annelerine bakan küçük çocukları hepimiz görmüşüzdür. Anne endişeli görünmüyorsa, çocuk ağlamaz ama tam aksi bir ifade görürse avaz avaz ağlamaya başlar. (bazı çocuklar genetik olarak stres etkenlerine daha az veya fazla hassas olabilir.)

Yetişkinler de dahil olmak üzere, birçoğumuz için tanıdık kişilerin yanımızda olması, sevdiğimiz bir kişinin sesi ya da onun bize doğru geldiğini görmek bile stres hormonlarının hızla salgılanmasını engeller ve sıkıntı hissimizi azaltır. Ünlü psikolog Jung’un “Hayvanlara ya da arkadaşlarına karşı acımasız olan çocuklar, daima evde ebeveynlerinden eziyet gören çocuklardır.” demesi sevginin nasıl en küçük çekirdekten yayıldığını da açıklıyor aslında. Yine Jung sevgi için “her şeyi taşır” ve “her şeye dayanır” demişti.

Bir de beyinde başkalarının davranışlarına eş zamanlı yanıt veren “ayna nöranları” olarak bilinen bir grup sinir hücresi vardır. Bu karşılıklı düzenleme kapasitesi bağlılığın bir diğer temelini oluşturur. Örneğin bir bebek gülümsediğinde annesinin beynindeki ayna nöronlar, genellikle anne kendisi gülümsüyormuş gibi meydana gelen nöronlarla neredeyse tıpatıp aynı örüntüyle yanıt verir. Bu ayna etkisi genellikle annenin de gülümseyerek yanıt vermesini sağlar, iki grup ayna nöronla birbirlerini güçlendirirken bu  noktada empatinin ve ilişkilere yanıt verme kapasitesinin nasıl oluştuğunu görmek zor değil. Sevgi dolu dokunuşlar, masaj terapisi, ritim tutmak, dans etmek, müzik dinlemek, resim yapmak gibi nöroardışık yaklaşımlarda travmanın verdiği hasarı hafifletebilir.

Travmalarımız Bizim Giysilerimiz, Çıplak Değiliz!
Çıplak mıyız?

Ama unutmayalım ki herkesin kişisel ihtiyaçlar farklıdır ve istemediği takdirde kimse travmasını açmaya, tartışmaya zorlanmamalıdır. Kimimiz başımıza gelen durumları konuşarak, tartışarak belki o anı yeniden canlandırarak yaşarız. Kimi ise korkularıyla savaşarak ve acı veren anılarını asla tartışmayarak veya açık açık hatırlamayarak iyileşirler.

Zayıf noktalarınızdan güçlü taraflarınız doğacaktır.” Demişti Freud. Kriz fırsattır, bir anlamda zayıflığınız diye düşündüğünüz şey aslında diğerlerinde olmayan bir özelliktir. Bu yönünüzü kullandığınızda güçlü kısmınıza dönüşürsünüz.

İnsan beyni başkalarından gelen sosyal ipuçlarını okumak ve yanıt vermek için tasarlanmıştır. İnsanlara yolladığımız olumsuz sinyalleri görmemiz ve başkalarının sosyal ipuçlarını yanlış okuyor olabileceğimizi de unutmayalım.

Ve son olarak her yaşadığımız travmatik anının semptomlarının bizi hayatta tutmak ve korumak için var olduklarını unutmamak gerek. Vücudumuzda bir yerlerde hala hücrelerimiz bizim için savaşıyor ve gerekli maskeleri, giysileri  üzerine giyerek bizi yaşatmak için uğraşıyorlar. Hayatın ne kadar değerli ve akan bir şey olduğunu da hatırlayalım.

Travmalarımız bizim giysilerimiz, çıplak Değiliz!

(Visited 227 times, 1 visits today)

Last modified: Ocak 14, 2023

Kapat
error: İçerik Korunmaktadır / Content is protected !!