Çatalhöyük’ten Dövüş Kulübüne Medeniyete Psikanalitik Bir Bakış
Dövüş Kulübü’nün bir an bile durulmayan, okurunu devinimde tutan sayfaları arasında Chuck Palahniuk Tyler Durden’ın ağzından kendi anarşi sonrası -belki de neredeyse kıyamet sonrası- dünya fantezisini anlatır bizlere:
Unutulmuş golf sahalarının ortasına turp ve patatesler ekilecek, eskiden Rockefeller binasının bulunduğu terk edilmiş derin kanyonlarda geyik avlanacak, bütün gökdelenlerin üzerine eski dünyanın işaretleri olan dev totem yüzleri çizilecek… Dahası, insanlıktan geriye kalan bir kaç mahluk her akşamüstü kendini bilerek eskiden hayvanat bahçesinin bulunduğu alandaki demir parmaklıklı kafeslere kilitleyecek; gecenin karanlığında parmaklıkların arasından uzanıp bekleyen ayılardan, vahşi kedilerden ve kurtlardan korunmanın yegane yolu bu olacak.*
Palahniuk insanların dilin içinde canlılar olabildiklerinden beri ilmek ilmek ördükleri bir şeyi ucundan tutup tamamen sökmek ister: onun fantezisine göre medeniyet yıkılmalıdır. Bir bakıma zamanı geriye alarak insanlığı sıfır noktasına döndürmek ister.
Palahniuk’un anarşist fantezisinin içinden eski dünya insanları göz kırpar: antik Sahra’nın yüzücüleri, Stonhenge kasabası halkı, Göbektepeliler, Alacahöyüklüler ve Çatalhöyüklüler…
Zaman madencileri, yani arkeologlar avcı-toplayıcılıktan tarıma geçişin örnek toplumu Çatalhöyük’ün mimarisini belki de tek kelimeyle anlatırlar: işlevsel. Çatalhöyük’ün kerpiç evleri bitişiktir. Vahşi hayvanlardan – ki bu hayvanların Palahniuk’un anarşi-sonrası New York’unda kafesin parmaklıklarının önünde iştahla bekleyenlerin büyük büyük babaları oldukları rivayet edilir – korunmak için evlere çatılardaki deliklerden girip çıkarlar. Bir başka deyişle Çatalhöyüklülerin camları ve kapıları yoktur. Birbirine yapışık binlerce tek göz odadan oluşan tek bir yapıdır aslında Çatalhöyük. Her bir aile kendi tek göz kerpiç odasını boşalan bir kerpiç odanın iskeleti üzerine yapar veya bir yenisini büyük yapının ucuna iliştirir. Köy bu haliyle içinde sonsuz bölümleri olan tek hücreli bir canlıya benzer.
Çatalhöyük’te biri ölünce kendi kerpiç odasının zeminine gömülür. Aynı zemine ev halkından pek çok kişi üst üste gömülebilir. Yani Çatalhöyük sadece yeni kerpiçleriyle mitoz bölünerek büyümez, aynı zamanda bir bitki gibi toprağın içine doğru köklenir üst üste koyduğu insanlarıyla. Bu tek hücreli yarı kerpiçten yarı insan etinden tuhaf canlı şehir duvarlarının bilinen ilk örneğidir: yapı dışarıdan bakıldığından her köşesinden aşılmaz bir engel oluşturur. Engel doğayı dışta bırakmaya yarar.
İnsan doğayı dışta bırakarak medeniyeti kurar
Palahniuk’un post-anarşi dünyasında kendisini vahşi hayvanlardan korumak için parmaklıklar ardına kapatan insanlarla Çatalhöyük’te aynı amaçla kerpiç evlerini bir savunma hattı gibi dizen insanların peşinden gittiği varoluş mücadelesi Lacanyen psikanalizin temel kavramlarından ikisi üzerinden düşünülebilir: sapkınlık ve nevroz.
Sapkınlık hem üç temel klinik yapıdan birisidir, hem de herhangi bir klinik yapıdaki kişinin edinebileceği savunmaların doğasını da anlatabilir. Sapkınlık temel yasaya baş kaldırı halidir. Onu yıkmayı, yerinden etmeyi, sonrasında belki de o konuma yerleşmeyi düşler.
Nevrotikse tam tersine yasa içerisinde hareket eder. Yasaya rağmen değil, onun kurallarının içinde atar adımlarını. Önce bir kerpiç ev yapar, sonra bir diğerini onun yanına iliştirir, sonra göz açıp kapayıncaya kadar geçen 7 bin yılda aydan bakınca görülebilen gökdelenler inşa eder. Hayatta kalma işini bir kere halettikten sonra nevrotiğin peşine düşeceği proje öldükten sonra dünyaya ismini bırakabilmek olacaktır. Böylelikle bir yan ürün olarak medeniyeti kurar. Bu hal Palahniuk’un peşine düştüğü yıkıcılıkla tam olarak zıttır.
Lacan’dan uzunca bir zaman önce Freud Medeniyet ve Hoşnutsuzlukları isimli eserinde insanın doğa, medeniyet ve içinde bulunduğu huzursuzluklarla ilişkisini irdeler. Medeniyet kendi başına, bireyleri anonimleştiren tarzıyla yarı otomatik bir makine gibi kendini kurmaya devam ederken insanın bu dolaylı ürünüyle ilişkisinin her zaman mutlulukla sonuçlanacağını var saymak naifliktir. Ayrıca kurmak, oluşturmak, karşısında zıttı olan yıkıcılığı da getirir.
Freud’a göre insan cinsel ve agresif bir canlıdır. Medeniyet bu iki özelliğin belirli aşamalara kadar bastırılmasıyla kurulabilir. Fakat her insan aynı zamanda ölüm dürtüsüne de sahiptir: her bir bireyin yıkmak, parçalamak, bozmak isteyen bir tarafı vardır. İnsanın bu tarafı onun ideal benlik imajıyla uyuşmaz. Bu tarafla karşılaşmamak için elinden geleni yapar hatta; kötülüğü, saldırganlığı dışsallaştırmak, veya “topluluğa zarar vermesi muhtemel bir yabancıya” yönelterek meşrulaştırmak oldukça sık başvurulan savunmalardır.
Dahası, Freud savaşların yıkıcılığın doruk noktası olduğunu söyler. Savaş bireysel yıkıcılığın kitlesel hale gelmiş şeklidir. Freud “insanı” ve “insanlığı” ayrı kategorilerde değerlendirir: insanlığın yıkıcılığını topyekün dizginleyebilmesini pek de muhtemel bulmaz, fakat her bir birey kendi yıkıcılığıyla karşılaşıp onu kontrol altına aldığı düzeyde bireysel kurtuluşunu yaratabilir.
psikanalizdir.
İnsanın kendi yıkıcılığını görebildiği yegane ayna da psikanalizdir.
*Sf. 124, pr.6., İngilizce aslı.
çatalhöyük Doğa dövüş kulübü freud lacan medeniyet palahniuk psikanaliz su polat yıkıcılık yıkıcılık üzerine
Last modified: Aralık 28, 2022