Kadın Çalışmaları Öğrencisi Merve Anlatıyor : “Kadın Mücadelesine Katkı Sunmak İçin Bölümü Seçtim”
Kadın Çalışmaları Bölümü Türkiye’de pek bilinmeyen bir bölüm. Akademideki yeri giderek güçlenen ve 1990 yılından beri yüksek lisansı var olan bölümün kendisi için ne anlam ifade ettiğini Kadın Çalışmaları öğrencisi Merve ile konuştuk. Feminist bakış açısıyla sosyal bilimlerin incelenmesi fikrinin etrafındaki kişilerce akla yatkın bulunmadığını söyleyen Merve, birlikte yapılan çeşitli tartışmalarla bölümün anlaşılmaya başladığını ifade etti. Bölümün kendisine pek çok şey kattığını vurgulayan Merve, kadın mücadelesine katkı sunmak için bu bölümü seçtiğini söyledi.
Kadın Çalışmaları Bölümü, Türkiye’de bilinmeyen yüksek lisans ve doktora bölümlerinden biri. Dünyada ve Türkiye’de feminist mücadelenin, bilginin patriyarkal yapısını ortaya koymasıyla çeşitli bilgi üretimlerinin feminist eleştirisi yapılmaya başlanmıştı. Bu gelişmelerin yeni bir aşaması olarak çeşitli ülkelerde çeşitli üniversitelerde kadın çalışmaları bölümleri açılmaya başlanmıştı. Türkiye’de de ilk olarak 1989 yılında İstanbul Üniversitesi bünyesinde açılan Kadın Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin kurulmasıyla 1990-1991 döneminde ilk kez Kadın Çalışmaları yüksek lisans bölümü açılmış oldu. Bugün ise Türkiye’de yüksek lisansın yanında doktora bölümleri de açıldı. Bu uzun tarihe rağmen pek fazla bilinmeyen, duyulmayan bir bölüm olan Kadın Çalışmaları’nın ne anlama geldiğini irdeleyeceğimiz söyleşi serisi bağlamında ilk olarak bir üniversitenin Kadın Çalışmaları yüksek lisans öğrencisi Merve ile konuştuk.
Kendinden bahsedebilir misin?
İstanbul doğumluyum. Üniversite yıllarına kadar burada yaşadım. Daha sonra Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldum. Formasyon aldım ve öğretmenlik yapmaya devam ediyorum.
“Yaptığım okumalarla feminist olduğumu anlamış oldum”
Feminizmle ilk ne zaman ve ne şekilde tanıştın? Kendini feminist olarak tanımlama sürecinden bahsedebilir misin?
Feminizm ile tanışmam boşanma sürecime denk geliyor. Yaşadığım problemleri tek başıma çözmeye çalışırken yaptığım araştırmalar beni hep aynı kavramlara yönlendirdi. Aslında benimle aynı mücadeleyi vermekte olan bir sürü kadın vardı. Hayatımız tehlikedeydi ve aslında bu kimsenin umrunda değildi. Feminizm kavramının varlığından elbette haberdardım ancak bu o zamanlar kulağıma sevimli gelen anlamlar taşımıyordu. Yaptığım okumalarla zaten feminist olduğumu anlamış bulundum 🙂 Bu tanışmadan sonra okumalarımı tamamen buna yönlendirdim. Dünyaya bakışımı bu noktaya odakladım. Ve aslında yıllardır cevapsız kalan sorularımın cevabını bu şekilde buldum.
“Türkiye’de feminist bir kadın olmak yaşam mücadelesi vermek anlamına geliyor”
Türkiye’de feminist bir kadın olmak senin için ne anlam ifade ediyor?
Tartışacağımız birçok konu, konuşmamız gereken bir sürü mesele varken Türkiye’de feminist bir kadın olmak benim için yaşam mücadelesi vermek anlamına geliyor. İş hayatında eşit şartlara sahip olabilmemiz için, bedenimiz hakkında kendi kararlarımızı verebilmemiz için, toplumsal rollerimizi tartışabilmemiz için önce hayatta kalmamız gerekiyor. Bu çok acı bir durum fakat maalesef en büyük gerçeğimiz. Ölüyoruz! Eğer şimdiye kadar ölmediysek bu karşımıza çıkan kimselerin bunu henüz istememiş olmasından kaynaklanıyor. Çünkü istediği takdirde ne onu durduracak ne de yeteri kadar caydırıcılıkta cezalandıracak hukuksal dayanağımız yok. Yalnız bundan da ibaret değil. Toplumun nazarında kadın ve lgbti bireylerin katillerinin yeteri kadar dışlama, kınama ya da eleştiriyle karşılaştığını söylemek de mümkün değil. Sosyal medyada cinayet haberlerinin altında yapılan yorumlara bakarak bile bunu söylemek mümkün. Üstelik haber altı yorumlara inmeden, daha haber başlıklarında bile bu büyük katliamın faillerinin aşık olmak, cinnet geçirmek, kıskanmak gibi bahanelerle haklılık payları peşin olarak sunulduğunu görebiliyoruz.
Kadın Mücadelesine Katkı Sunmak İçin Kadın Çalışmaları
Türkiye’de pek bilinmeyen bir bölüm Kadın Çalışmaları. Bununla birlikte geçmişe oranla daha fazla üniversitede bölüm açıldı ve akademik üretimler yapılıyor. Kadın Çalışmaları bölümünde okumaya nasıl karar verdin?
Kadın mücadelesine ne katkı yapabilirim diye düşünürken en iyi olduğum ve severek yaptığım şeyin okumak olduğunu biliyordum. Türkiye’de teorik zemin feminist bağlamda her geçen gün genişliyor olsa da henüz büyük eksiklikler olduğunun farkındayız. İnandığım politik bir duruşun teorik zeminine hakim olmak ve tartışmalarımı, mücadelemi bu alanda sürdürmek benim için yapmaktan keyif alacağım en büyük mücadele olacaktı. Bu sebeple Kadın Çalışmaları bölümüne başvurdum.
Bölümüne gelen tepkiler nasıl?
Çalıştığım okulda Kadın Çalışmalarında yüksek lisans yaptığımı söylediğimde modayla ilgili bir şeyler yaptığımı düşünenler olmuştu. Annelikle ilgili bir şeyler olduğunu düşünenler de olmuştu. Gerekli açıklamayı yaptığımdaysa çoğu kez “Ne alakası var?” tepkisiyle karşılaştım. Feminist bir bakış açısıyla sayısız sosyal bilimler alanının incelenebileceği fikrinin kafalarına yatmadığına şahit oldum. Bölüm onlar için eğlence olsun diye gidilen bir yerdi. Daha sonra girdiğimiz tartışmalarda patriyarkal meselelere teorik zemine oturtulabilen cevaplar verdiğimde, tarihsel süreçten bahsedip kanıtlar sunduğumda ya da günümüzdeki araştırmaları önlerine koyduğumda bölümün ne amaçla var olduğunu anladıklarını düşünüyorum. Çünkü bir süre sonra daha farklı bir tavırla, merak ettikleri meseleleri danışmaya başlayanlar oldu. Daha farklı arkadaş gruplarımda bölümdeki derslerden bahsettiğimdeyse hayranlıkla dinleyen arkadaşlarım oldu. Hem ders konuları hem de ortak bir meselede buluşabilen bir yüksek lisans programı okuyan, araştıran ve kadın meselesinde hassasiyet sahibi olan arkadaşlarımı heyecanlandırmıştı diyebilirim.
“Bölümün bana kattığı en büyük değer birlikte olmanın verdiği güçlü olma hissi”
Bu bölümde okumanın sana kattığı değerler oldu mu?
Başvurmadan önce iki yıl boyunca bölümün sitesinde yayınlanan kaynaklar üzerinde çalıştım. Oradan yöneldiğim dipnotlarla yeni kaynaklara ulaştım. Böylece okumalarım genişlemiş oldu. Ancak bölüme başlayıp sınıf arkadaşlarımla tanıştığımda benim kurduğum zeminden çok farklı bir dünya olduğunu fark ettim. Aktivizmden uzakta, çok daha konforlu bir alandaydım ben. Bu noktada teorik bilginin aktivizmden uzak olduğu sürece ne kadar kısır kalacağını da fark etmiş oldum. Dönemsel olarak bu iki oluşumun en sert tartışmaları yaşadığı bir döneme denk gelmek başlangıçta akademinin görece daha katı olan tavrından, kağıt üzerindeki gerçeklerden ziyade yüzümü mücadeleyi bedeniyle, gerekirse bedel ödeyerek, sokaklarda veren insanların önemine çevirmemi sağladı. Bölüme başlamamla birlikte queer teori konusundaki eksikliklerimi de fark etmiş oldum.
Ben kafamdaki feminizmi hep kadın olmak üzerinden kurmuştum. Gerek yetiştiğim ortam, gerek şimdiye kadar çok yakın queer arkadaşlarımın olmaması ve benim bu alandaki sorunlardan bihaber olmam çok önemli bir eksiğimi daha gösterdi bana: hiç bilmediğim deneyimler hakkında boş konuşmamak gerekiyordu. Sanırım bölümün bana en büyük katkısı kendimdeki eksiklikleri görmem oldu 🙂 Bana kattığı en büyük değer ise birlikte olmanın verdiği güçlü olma hissiydi. Bazı derslerde birlikte gözlerimizin dolduğu anlar oldu. Aynı konuda öfkelendik, aynı anda zihnimizden aynı küfürleri sıraladık… Farklı fikirde olduğumuzda bunu birbirimizi kırmadan tartışabildik, bu tartışmalarda muhtemelen birçoğumuzun fikirlerinde değişiklikler bile oldu. (mesela ben) Bana kendimi en iyi hissettiren şey de buydu.
“Bütün malzemenin kadın olduğu edebiyatı feminist bakış açısıyla incelemek istiyorum”
Feminist bir öğrenci olarak hangi konuda çalışmak ve üretim yapmak istiyorsun?
Ben edebiyat alanında araştırmalar yapmak istiyorum. Bunda Türk Dili ve Edebiyatı mezunu olmamın payı çok büyük. Türk kelimesi bu alan için zaten sıkıntılı, bunu bir kenara bırakalım, yeni adlandırma bence Erkek Dili ve Edebiyatı olmalı. Neredeyse bütün müelliflerin erkek, bütün malzemenin kadın olduğu bir edebiyatı (bu dünya edebiyatı için de geçerli) feminist bir bakış açısıyla didik didik etmek gerektiğini düşünüyorum. Uzun zamandır güçlenen erkek olmayanların edebiyatı aynı kaynaklardan beslenmiyor bence. Bu farklılıkları ortaya koyacak çalışma sayısı şu an çok az. Edebiyat bir sanat dalı olmakla birlikte gerçekten en çok beslenenidir. Resimden, heykelden farklı bir sosyolojik incelemeye tâbi tutulabilecek bu alan hem günümüz hem de geçmiş için toplumu yansıtan önemli veriler içermektedir. Ben de bu alanda çalışıp hep bu verileri ortaya sermek hem de edebiyat okuruna bilinçli olmak adına küçük de olsa yol göstermek istiyorum.
Akademide tacize karşı “bu kalabalığı hatırla!”
Akademide bilgi üretiminde cinsiyetçilik dünya çapında feminist kadınların mücadeleleriyle ifşa edilmiş bir gerçek. Türkiye’de de son dönemde bilgi üretiminin yanı sıra akademide kadınlara karşı cinsiyetçilik ve cinsel taciz sıkça konuşulan meseleler halini aldı. Pek çok ifşa yapıldı. Sen akademideki eril zihniyeti düşündüğünde bölümün akademideki yerini nasıl görüyorsun?
İlk yüksek lisans tezimi teslim etmememin sebebi bölüm başkanımdan gördüğüm tacizdi. Ama o dönemde bunu taciz olarak bile görmemiştim. Sadece rahatsız olup bölümümü bırakıp gittim. Hazırladığım bir tezim vardı, dolayısıyla akademiye verdiğim bir emek var, kendimi alacaklı görüyorum. Böyle alacaklı binlerce kadın var. Sadece benim şahit olduklarım bile tüyler ürpertici seviyede. Kadınlar artık bu meseleyi birbirinden güç alarak daha rahat konuşmaya başladı. Ancak hala erkeklerin tarafında olduğu için, konumundan memnun olduğu için ya da utandığı için sessiz kalan kadınlar var. Yani tam manasıyla aşabildiğimiz bir mesele değil. Bir de akademisyen ifşalarından sonra kadınların popüler olmak, intikam almak gibi konularla itham edildiğini görüyoruz. Burada koşulsuz bir destek vermeliyiz birbirimize. Eğer suistimal edilen durumlar varsa bile erkekler bunu şimdiye kadar bizden mahrum bıraktıklarına sayabilirler.
Bölüme gelince, akademinin bu içler acısı halinde bazen sessiz kalan bazen de failin yanında tavır alan hocalarımız oldu. Bu kendi adıma büyük bir hayal kırıklığı yaşamama sebep oldu. Kendimi ikna etmek adına bazen insanların inandıklarının dışında tutumlar sergileyebileceklerini falan düşündüm. Ama olmadım. Bölümün ortak bir tavrını henüz görmüş değilim zaten. En azından kendi üniversitemiz bünyesinde yaşanan bir vakada, en azından ortak tavır koymak, imzalar toplamak ya da yazılı açıklama yaparak bir tavır gösterilmesi gerekir diye düşünüyorum. Bu bütün olayı çözmeyecek elbette. Ama tacize maruz kalan kadınların yalnız olmadığını bilmek iyi hissettirecektir. Bu yıl 8 Mart’ta açılan pankartta gördüğümüz bir ifade hepimizi heyecanlandırmıştı: “Eğer kendini yalnız hissedersen bu kalabalığı hatırla!” Kötü bir durum yaşadığımızda kalabalığı arkamızda hissetmek gerçekten çok kıymetli. Sadece bunun için bile ayakta durabilen kadınlar var diye düşünüyorum.
*Görsel: Emine Semiye, Türk edebiyatçı, öğretmen, kadın hareketi öncüsü. Meşrutiyet dönemi kadın yazar ve romancılarından.
akademi feminizm kadın çalışmaları toplumsal cinsiyet
Last modified: Eylül 6, 2020