İlk defa bu Haziran ayında Münih’te Onur Yürüyüşü’ne katılma fırsatı buldum. 1969 yılı Stonewall ayaklanmalarıyla başlayan mücadelenin ne kadar güçlendiğini gördüm. Polislerin gökkuşağı bayraklarını yırtamadığı, alana girerken insanlara renkli diye çoraplarını çıkarttıramadığı, biber gazı solumadığım ve kimsenin dayak yemediği bir yürüyüş yaptık. Türkiye’de gördüğüm yürüyüşler sonrasında polis şiddetiyle karşılaşmamak, bunun başarılabilmiş olması çok değerliydi. Kendimi hiç bu kadar güvende hissetmemiştim. Nasıl göründüğüm, kim olduğum kimsenin umurunda değildi. Çocuklarının LGBTİ+ kimliğiyle barışık aileler, destekçiler, cinsel kimliğini henüz tanımla(ya)mayanlar ve tabii ki LGBTİ+lar, kol kola yürüyorduk. Yaratmaya çalıştığımız toplumun küçük bir prototipiydik sanki. Ama içimde hala bir hüzün, hala bir öfke vardı. Bambaşka zincirlere vurulmuş olsak da tüm ezilen azınlıklar özgür olana kadar ben de özgür değildim çünkü.
Homofobi kavramı ilk kez 1972’de Amerikalı psikolog George Weinberg tarafından kullanıldı. Weinberg, homofobiyi ‘aynı’ ve ‘korku’ kavramından yola çıkarak farklı cinsel yönelimleri olan insanlara karşı duyulan akıl dışı korku olarak açıklıyor. Peki bu akıl dışı korku ve nefret günümüze kadar nelere sebep oldu? Yakın geçmişten birkaç örneğe bakalım:
“Geçimini seks işçiliği yaparak kazanan Hande Kader, en son Ağustos 2016’nın ilk haftasında Harbiye‘de bir müşterisinin arabasına binerken görüldü. Yakınlarının polise başvurması üzerine yapılan aramalar sonucu 8 Ağustos 2016’da Zekeriyaköy yakınlarında bulunan yakılmış cesedin Hande Kader’e ait olduğu tespit edildi.”
Hande Kader öldüğünü her gün sosyal medyadan öğrendiğimiz binlerce kadından sadece bir tanesi. Trans olduğu için vahşice öldürüldü ve yakıldı. Bu nefret cinayeti sosyal medyada çok yankı uyandırdı. Hande Kader’i biz bugün bu kadar yakından tanıyorsak, bunun mücadelede aktif rol oynayan, hareketin sembolü haline gelmiş biri olmasından kaynaklandığını da söyleyebiliriz. Hande sesini duyduklarımızdan biriydi. Mücadeleye katılma özgürlüğünü ve cesaretini bulamayan, daha duymadığımız niceleri var. Ve biz, mücadele etme, direnme özgürlüğüne sahip kişiler, sesini duyuramayan bu binlerin, milyonların sesi olmak zorundayız. Bizim ülkemizde LGBTİ+ lar için, kadınlar için bir hayat yok. Hande ölmeseydi, toplumun onu zorunda bıraktığı seks işçiliğini yapmaya devam edecekti. Bir ailesi, sokakta el ele yürüyebileceği bir sevgilisi olamayacaktı. Bir meslek edinemeyecekti. Onun için mutlu bir hayat hiçbir zaman olamazdı.
“Ailesinden ayrı olarak Beşiktaş‘ta yaşayan 28 yaşındaki mühendis Çetin Çalık, gey bardan evine bir gey partneri ile geldikten sonra işkence edilerek ve defalarca bıçaklanarak öldürülmüştür.”
“İşçi emeklisi 49 yaşındaki Ekrem Yılmaz, 27 Ağustos 1999 tarihinde evinde ilişkiye girdiği gençler tarafından öldürüldü ancak katilleri bulunamadı.”
Bu haberler dünya genelinde nefret cinayetine kurban giden yüzlerce LGBTİ+’dan sadece birkaçı…
Rome Tor Vergata Üniversitesi’nden Endokrinoloji ve Tıbbi Seksoloji Profesörü Emmanuele A. Jannini, homofobinin şiddetin eşlik ettiği bazı kişilik özellikleriyle ilgili olduğunu ve psikiyatrik hastalık olarak değerlendirilebileceğini söylüyor. Ama bu hastalık tabii ki doğuştan gelmiyor, toplumumuzda şekilleniyor.
ABD’li sosyalist lezbiyen yazar Sherry Wolf toplumdaki bu homofobinin nereden kaynaklandığını çok iyi açıklıyor: Kapitalizmin üzerine kurulu olduğu, sömürecek yeni işçiler üretmeye yarayan, kadını eve hapseden, geleneksel ataerkil aile yapısının devamı kapitalizmin devam edebilmesi açısından çok önemli. Çocuk yapmanın mümkün olmadığı, ezen ezilen ilişkisine dayalı olmayan ve hiyerarşi içermeyen bir aile yapısı kapitalistler için korkunç olurdu. Aynı zamanda sayıca azınlık olan burjuvanın karşısındaki örgütsüz çoğunluğu bölebilmesi için eldeki en kolay araçlardan biri, heteroseksüel cisgender bireyleri normal ilan ederek bir tarafa, geriye kalan cinsel azınlığı ise başka bir tarafa koymaktır.
Azınlık olanı ezmek, heteroseksüel ilişkilenmeyi normlaştırmak, insalık tarihinin başından beri var olan eş cinselliği yok saymak ve hatta bir hastalık kategorisine sokmak güç sahibi olanların işine geliyor anlayacağınız. Yani sadece güçlü olan güçlü kalmaya devam edebilsin diye çoğunlukla da din ve gelenekler adı altında, ayrımcılığa uğruyoruz, yaşadığımız şehirde ev bulamıyoruz, okulda dışlanıyoruz, bunlar yetmezmiş gibi vahşet içinde öldürülüyoruz. Homoseksüel ilişkinin birçok dinde veya mezhepte lanetlendiği, dini metinlerde Sodom ve Gomora örneğinde olduğu gibi homoseksüelliğin kabul gördüğü toplumların tanrı tarafından cezalandırıldığını görebiliriz. Ama biz, her bir LGBTİ+, her bir kadın sokaklarda özgürce el ele yürüyebilene dek bu hastalıklı zihniyetle savaşmaya devam edeceğiz.
LGBTi+ mücalesi var oluşundan gurur duyma mücadelesidir. “Biz varız, var oluşumuzla gururluyuz ve nefretinize boyun eğmeyeceğiz.” Bu kadar hayati bir mücadelenin ortasında olmaktan ve küçük de olsa katkı sunmaktan sadece gurur duyabilirim. Bu yazıyı okuyan herkesi bu konuda okumaya, araştırmaya, hareketin özneleriyle konuşmaya ve onları dinlemeye davet ediyorum. Bir Onur Yürüyüşü’nde bulunmak bile size düşündüğünüzden çok daha fazla şey katacak. Gelin birlikte mücadele edelim, insanların cinsel tercihleri yüzünden ayrımcılığa uğramadığı, kapitalist ilişkilerin sonucunda oluşan, din adı altında güçlenen homofobi hastalığının daha fazla insanı etkisi altına almadığı, nefret cinayetlerinin son bulduğu, yaşadığımız kapitalist toplumda birçok sosyal ve ekonomik avantaj sağlayan, aynı zamanda karşıdakine duyulan aşkı devlet gözünde izinli ve meşru kılan eşcinsel evliliğin yasallaştığı, her bireyin âşık olduğu insanla evlenebildiği özgür bir dünya, cinselliğiyle barışık, nefretten arındırılmış bir toplum yaratalım.
hande homofobi homoseksüel kader LGBTİ+ nefret onur pride
Last modified: Ağustos 30, 2023