Batıya benzeme veya yetişme retoriği içerisinde kaybolan bu ülkede geçtiğimiz haftalarda ilgimizi hapseden pek çok şey oldu. Tüm yaraların üstüne bir de Akbelen Direnişi ve Cudi dağlarındaki yangınlar eklenince eylemsizlik veya sorgulamama hali inanılmayacak bir mertebeye yükseldi. Ne kadar farklı gözükseler de bu krizler çağının unsurlarının çoğu tek bir noktada toplanabilir diye düşünüyorum: yönetenlerin kâr marjları daralıyor ve bununla birlikte halkı hizada tutmak ve işçiyi tüketmek için baskıcı, otoriter yönetimler yeniden sahneye çıkıyor.
Kabul etmek gerekir ki, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana durum böyleydi ancak yine de geldiğimiz noktada Batı İmparatorluğu’nun dört bir yanındaki sözde liderlerin cüretkarlığı karşısında öfkem normalleşmiyor. Kuzey Amerika’daki çılgınlıktan, Avrupa’daki olağan faşist yozlaşmaya, Erdoğan’ın yeniden seçilmesinden, Akbelen’de ormanını koruyan köylülerin önüne 2 tabur jandarma çıkaran ve ardından gelen şiddete kadar, “yeryüzünün efendileri” neredeyse tüm mekanlarda ateş ediyorlar. Yolsuzluklarını ve açgözlülüklerini gizlemek için yeni ve eski birçok uydurma kültür savaşıyla duman gösterilerini körüklüyorlar. Hiç kuşkunuz olmasın, bu “liderlerin” hiçbirinin aslında açgözlülük dışında tartışacak bir ideolojisi yok. İşte bu gerçeklik, “özgürlük getiren” kapitalizm en başta bununla ilgili. Bunu hepimiz biliyoruz.
Onların bu saçmalıklarının hiçbiri yeni değil. Biz de dünyanın dört bir yanında onların açgözlülüğünü ve bu açgözlülüğün doğasında var olan şiddeti seçimlerle veya protestolarla düzeltmeyi umduk. Ancak, bu yöntemlerin -giderek derinleşen bir şekilde anlıyoruz ki- politika, kamuoyu, zarar azaltma ya da reform üzerinde bir etkisi yok.
Bana kalırsa sadece kötü yazılmış bir Hollywood demokrasi senaryosunda oynuyoruz. Sadece burjuvazi çerçevesinde tartıştığımızda bile birçok insanın protesto etmek için nedenleri var. Genel olarak faşist ve kapitalist temalarla ilerleyen yolda temel Hak ve Özgürlüklerin erozyona uğraması gibi bir kilit nokta yaşıyoruz. Bir demokraside ifade etme, toplanma ve basın özgürlüğü, adil seçimlere katılma hakkı gibi temel hak ve özgürlükler kısıtlanmaya ya da zayıflatılmaya başladığında, yeryüzünün efendileri propagandalar arkasına saklamaya çalıştıkları çirkin yüzlerini gösterir. Buna ek olarak, gücün birkaç kapitalistin elinde toplanması ve “Denge ve Denetleme”nin mantıksal olarak aşınması yakın gelecekte değil, şu anda yaşanmaktadır. Güç birkaç kişi ya da grubun elinde yoğunlaştığında, bağımsız yargı, özgür basın ve özerk denetim kurumları da dahil olmak üzere denge ve denetleme mekanizmaları zayıfladığında bu süreçte yaşadıklarımız kaçınılmaz hale gelir.
Burjuvazinin gerçeklik kavramı içinde bile “özgürlük” maskesi düşmüştür ve geriye kapitalizmi sürdürmek için devletin bize yönelttiği şiddete karşı koymak için elimizde hangi araçların olduğu sorusu kalmaktadır. Özellikle parlamentolarımız dışındaki tüm siyasi muhalefet çalışmalarının bastırılması zaten bir gerçektir. Demokrasiler, canlı siyasi rekabet ve farklı seslerin özgürce katılabilmesiyle gelişir. Fakat böyle bir “lüksümüz” hiç olmamıştır.
Geçmişteki protestoların veya seçimlerin neden başarısız olduğuna dair pek çok yazı yazıldı. Bu sebeple ben burada bunların hiçbirini analiz etmek için bulunmuyorum. Yapıldığı taktirde bu tarz analizlerle ilgili sorun, her ne kadar değerli olsalarda iki yönlüdür. İlk olarak, her zaman subjektif ve durumsaldır. Yani olaydan sonra gerçekleşir ve ne yazık ki asla nesnel değildir. İkinci olarak, belirli bir hareketin neden başarısız olduğu konusunda çok spesifiktir. Benim değinmek istediğim mesele ise şu: yaşadığımız tüm adaletsizlikler, kapitalizm yapısı üzerine inşa edildiği ürünler ve ihtiyaçlar ile birlikte insan yapımıdır. Yine de protestolar başarısız oluyor. İnanıyorum ki artık bunların gerçekleşmesine izin verecek zamanımız yok. Daha doğrusu zaman lüksümüz yok. 15 yıl önce çocukken inandığım gibi büyük ve ulusal çapta devrimlere hala inanmak için artık çok şey yaşadım. Devrimin gerçek tanımı o zamandan beri değişti, gelişti. Ben büyüdükçe bunu yapmaya devam edeceğinden eminim ve bunun iyi olduğuna inanıyorum. Çünkü “statükocular”, herhangi birimizin pes edip durabileceğinden daha hızlı bir şekilde gerici olurlar. Ben bu inancımla yola çıkarak sizi protestoların neden başarısız olduğu konusunda sıkmaktansa bugün için eylem gücü oluşturmak, sürdürmek ve büyütmek hakkında birkaç zor öğrenilmiş metodu paylaşmak isterim.
Protesto politika değişikliği sağlamada başarısız olduğunda, bireylerin ve grupların parlamento faaliyetleri dışında keşfedebilecekleri alternatif seçenekler vardır. Bu seçeneklerin ahlaki açıdan kabul edilebilirliğinin özel koşullara ve ilgili kişilerin ilkelerine bağlı olarak değişebileceğini belirtmek önemlidir. İşte birkaç örnek:
Doğrudan Eylem ve Sivil İtaatsizlik: Doğrudan eylem, bir soruna dikkat çekmek ve iktidardakilere bu sorunu ele almaları için baskı yapmak amacıyla şiddet içermeyen veya şiddet içeren kesinti veya sivil itaatsizlik eylemlerinde bulunmayı içerir. Örneğin, oturma eylemleri, grevler, ablukalar veya kamusal alanların işgal edilmesi gibi. Doğrudan eylem bir aciliyet duygusu yaratmayı ve toplumun normal işleyişini bozmayı amaçlar, genellikle kamu bilincinin artmasına ve potansiyel politika değişikliklerine yol açar – yine de, bir medya altyapısı olmadan, farkındalık yaratmanın başarısız bir taktik olduğunu belirtmek önemlidir.
Taban Örgütlenmesi ve Toplumun Güçlendirilmesi: Toplulukları harekete geçirmek, koalisyonlar kurmak ve dezavantajlı grupları güçlendirmek için taban düzeyinde çalışmak, değişim yaratmanın güçlü bir yoludur. Bu, eğitim kampanyaları, topluluk liderliğindeki girişimler, karşılıklı yardım ağları düzenlemeyi ve adaletsiz politikalardan etkilenenleri desteklemek için kaynak sağlamayı içerir. Tabandan gelen çabalar, kolektif güç duygusunu teşvik ederek ve alternatif sistemler inşa ederek mevcut güç yapılarına meydan okuyabilir.
Boykotlar ve elden çıkarma kampanyaları: Adaletsiz olduğu düşünülen politikaları veya uygulamaları destekleyen şirketleri veya kuruluşları hedef almaktır. Karşımızda kapitalistler ve onların Stockholm Sendromlu hayran çocukları var ve onları canlarının yandığı yerden, yani cüzdanlarından vurmak çok güçlü bir araç. Bu kampanyalar, ekonomik baskıdan yararlanarak, ilgili tarafların mali sonuçlarını etkilemek suretiyle değişimi zorlamayı amaçlamaktadır.
Bazı durumlarda, mevcut demokratik yapıların sınırlamaları nedeniyle hayal kırıklığına uğrayan topluluklar, alternatif yönetişim biçimlerini ve karar alma süreçlerini keşfedebilirler. Katılımcı demokrasi girişimleri, topluluk konseyleri ve kooperatif modelleri, insanların geleneksel parlamento kanallarını atlayarak yerel düzeyde politika ve önceliklerin şekillendirilmesinde doğrudan söz sahibi olmaları için fırsatlar sunar. Şahsen, çok fazla enerji gerektirse de bu metodun büyük bir hayranıyım.
Ayrıca, uluslararası savunuculuk çabalarına katılmak, yerel sorunlara küresel ölçekte dikkat çekebilir. Yine, farklı ülkelerden benzer düşünen gruplar ve aktivistlerle ittifaklar kurmak, uluslararası insan hakları mekanizmalarından yararlanmak ve uluslararası kuruluşlardan destek istemek, değişimi savunanların seslerini yükseltmeye ve politika yapıcılar üzerinde baskı oluşturmaya yardımcı olabilir.
Açık olmak gerekirse, başlangıç sadece yakın değil. Burası ve yapılması gereken iş hakkında ne düşünürseniz düşünün, en azından bunu borçluyuz ve dahası, yapılması gerekiyor. Yeryüzünün efendileri son 500 yıldır sömürüyorlar ve onların zamanı sona erdi. Bizim zamanımız şimdi ve işte yanan tuğlalara ve umut dolu geleceklere!
akbelen burjuva devlet direniş halk otorite protesto
Last modified: Temmuz 31, 2023