Geniş çaplı “Décadence/Çöküş” ünü yaşayan dünyada umudu yaratmak cüret ister. Çünkü mevcut durumda “adalet” ve “vicdan” kavramları hayatta karşılığını bulamıyor. Kapitalizmin yeni dünya düzensizliği ve depolitizasyon süreci; ahlakı ve vicdanı ıskartaya çıkartıp insani değerleri tahrip ediyor. Burjuva ideolojisi, dünyayı kuzeylileştiren ideolojik/kültürel saldırganlığıyla; insan beynini parçalayarak dünyayı kodlayıp, düşünceyi “imajlar” in küçük mesajı haline getiriyor. Toplumsalı bölüp, etkisizleştirerek lokalize etmeye çalışıyor. Labirente dönüşen insan beyninde şizofrenik yarılmalar oluşup toplumsal depresyonu yaratıyor.
“Adalet” ve “vicdan” kavramlarını askıya alıp; insan(lık)ı şekilsizliğe mahkûm eden kapitalizm, tüketimin ve anlık zevklerin tutsağı kılınmış, sorunlara tepkisiz, bireyci, küstah, konformist, tembel, sorumsuz ve başkaldır(a)mayan insan üretiyor.
“Akıl” bunalımdadır dostlar. Eleştiri, anlamını yitirmiş ve taklite dönüşmüştür. İnsan “başkalaşım” ın değersiz enstrümanıdır. Belirsizliklerle bezenmiş geçiş sürecinde yakıcı Aydınlanma ve yıkıcı sorgulama ihtiyacı büyüyor. İnsan(lık), yok olacağı veya yeniden başkaldıracağı zamanın kıyısındadır.
Zorunluluktan özgürlüğe uzanmak için Marksizme, ahlak ve coşku dolu militan enerjinin katılması gerekiyor. Çünkü dünyayı değiştirmek amacıyla yürüyen insan, saltçı sözellikle yetinmez. Ateşlemeyen silaha dönüşmüş söz; yetinilebilir bir şey değildir. Söz’e anlamını veren eylemdir. Eylemsiz söz, anlamsızdır; değiştirmenin ve değişmenin önünü açamaz. Söz, anlamını eylemle yakalar ve insana-yaşama ait kılınır.
“Önce Söz” onu önceleyen eyleme muhtaçtır. Güçlükler, tehlikeler karşısında kenetlenmek ya da fitne fesatla, yenilgilerle, sevgisizlikle cehenneme çevrilmiş kesitlerde el ele tutuşmak, omuz omuza olmak, eylemsiz söylemle mümkün değildir. Saltçı söz, yitik zamanların hayaliyle gevezelikten medet umanların demagojik sığınağıdır. Söz ile yetinmek; var olanın “hiç”lenmesi ya da ‘hiç”lik ile yok olmaya razı olmaktır. Saltçı söz; eylemle somutlanmadığı sürece eksikli bir “iddia” dır. Yeterli değildir. Anlamını yitirmiş bir oyundur.
Oysa devrimci teorinin kazanılması için organik eylem, tamamlayıcı ve tanımlayıcıdır. Yığınlar için okunabilir bir çığlıktır; delifişek yaratıcılıktır. Devrimci praksis, tarihsel bakış açısıyla, gündelik hayatın devrimcileştirilerek, devrimin güncelliği fikrini realize etmektir. Aklın araçsal kullanımı ile tarihsel-nesnel kullanımını birbirinden ayıran turnusol kağıdıdır.
Şunu inkâr edemeyiz ki halimiz içinde olduğumuz toplumsal seçeneklerin bulanıklığında somutlanıyor. Orhan Veli’nin “sol elim, zavallı elim”, dizelerini anımsatıyor. Ama hala umut var. Çünkü “Umut, uyanık insanın rüyası” (Aristo); “Umut, cesaretin yarısı” (Balzac); ve “Eylem, umudun anasıdır!” (Neruda). Her şey çok kötü görünse de karamsarlığa hakkımız yok. “Eğer görünüşle yetinilseydi, bütün bilim gereksiz olurdu”, diyen Marx anımsanmalı…. Karanlığın diyalektiği tam gaz çalışırken, yeni umut rüzgârlarına da çağrı çıkarıyor. Bu kolay değil, hatta çok zor. Ama “zorluklar, yalnızca alçaktan vazgeçirmek içindir”, diye dört yüz yıl önce haykıran Bruno değil miydi?
O halde “Niçin, Neden, Nasıl?” sorularını daha çok sorup yanıtlarını bulmak gerek. “Niçin, Neden, Nasıl”ın müthiş önem kazandığı küreselleşme kaosunda, aranan yanıtı “lafa boğan”, “saptıran”, “küçümseyen” sözde “bilgiçlikler” e teslim etmemek gerek. İnsan(lık) bilgiye, ufkunu genişletmeye, çözüm üretmeye muhtaç. Bu da radikal bir silkinişle, yanlışı silip atmadan mümkün değil.
“Teorisi yarım bilgi”, sağduyuyu ve dünyayı değiştirecek insan eylemliliğinin önünü tıkıyor, köreltiyor, çözümü erteliyor…
Düşünce tembelliğinin, hazır reçetelerin ve “paketlenmiş bilin甑 in prangalarından kurtulmak için yaratıcılık ve öfkeye muhtacız. Yaratıcı öfke neden kınanır, anlamak mümkün değil. Belki de öfkesizliğin duyarsızlığı, ilgisizliği, bilgisizliği körüklediğini anlamamaktan. Oysa bilinçli-yaratıcı öfke, haklı tepkilerin ve başkaldırının yoldaşı ve prangalar içinde yaşamanın reddidir.
“‘Yaratıcı öfke gerekli”, derken duyguların aklın önüne geçtiği olumsuzluğu kastetmiyoruz. Duyarlık, her koşul altında akla ve yaratıcı öfkeye tutunmak zorundadır. Akıl incelemeyi, irdelemeyi ve “Niçin, Neden, Nasıl” ın yanıtlarını araştırmayı “olmazsa olmaz” kılar. “Yaratıcı öfke” engellenme, incinme, horlanma, ezilme, sömürülme karşısında aklın duyarlılığıdır. İnsan kişiliğinin, toplumsal değerlerinin, etik ve estetiğinin gaspına tepkidir. İnsan olup da “yeni dünya düzensizliği” ne öfke duymamak teslimiyettir. Öfke duymamak; toplumun sürüleştirilip, kişiliksizleştirilmesi ve pısırıklaştırılıp istençsiz bir nesneye dönüştürülmesine ses çıkaramamaktır. “Yeni Düzensizlik” in dünyasında, insan nasıl öfkelenmez?
İnsanlık boş umutlarla aldatılıyorsa, verilen sözler tutulmuyorsa, emeğe saldırılıyorsa, özgürlükçü aklın ve istencin önüne set çekiliyorsa, öfkelenmek insana ait bir hak değil de nedir ki? Düşünmeme, irdelememe, “Niçin, Neden, Nasıl”ı araştırmama, kişileri ve toplumları kaderciliğe yöneltiyor. Mücadele gücünü köreltip teslimiyeti körüklüyor. Umutların, mucizelere bağlanmasına yol açıp, “İnşallah” kelimesini en çok kullanılan söz katına çıkartıyor. Çözümler “Tanrı” dan ya da “egemen” den bekleniyor. Bunlar da durağanlıkla iç içe geçmiş çürümede somutlaşıyor. O halde skolastik ve “teorisist” düşünce sisteminin, “Niçin, Neden, Nasıl”ın devrimci yanıtlarıyla aşılması, emekten yana bilinçli-yaratıcı öfkeyi “olmazsa olmaz” kılıyor. Çünkü bilincin süzgecinde damıtılmış yaratıcı öfke, insanlığın aydınlık geleceğinin şaşmaz güvencesidir.
baskafelsefe Bilinç düzen eylem yaratıcı öfke
Last modified: Eylül 24, 2023