Bir pazar sabahındayım dostlar. Bukalemun gibi çevresindeki renkleri içine çeken gri bir havanın boyunduruğunda oturdum yazmaya. Çevrenin ağırlığının ve kirliliğinin insanın içine girip düşüncelerini nasıl eğip bükebildiğini bir süredir unutmuşum inanın. Bir manzara nasıl coğrafi bir şey olduğu ölçüde zihinsel de bir deneyimse, uyandığımız “bu” havalar da öyle. Son birkaç senedir içinde yaşadığımız dünyaya şöyle bir baktığımda, eldeki pisliğin bu katıksız ölçeği, yaşadığım dalgalı melankoliyi daha uzun süreli periyotlara hapsediyor. Bir yanda teknokratik faşist teokrasi tarafından gezegensel çevre yıkımı ile ilerleyen dördüncü Reich’ın modern versiyonu başlatılıyor. Diğer yanda burada oturmuş kendi kendime soruyorum, Yalın, ne yapabilirsin ki? Yapılmamış, söylenmemiş ne sunabilirsin ki? Bu düşünceye belki bir kapı aralayabiliriz beraber dostlar. Başlangıç hep buradaydı ve geleceği inşa etmemiz gerekiyor. Sahte bir öfkeyle veya yarınlar için çözümler sunmaya çalışmadan yansıtılan tepkilerin anlamını görmüyorum. Bu bağlamda Marx’ın çok sevdiğim bir sözünü sizle paylaşmak istiyorum:
“ Filozoflar şimdiye kadar dünyayı yalnızca çeşitli şekillerde yorumladılar, ancak mesele onu değiştirmektir.”
Gerçekliğimizin herhangi bir analizi yüksek ihtimalle birçoğumuzu karamsar bırakacaktır. Ancak bizim gerçekliğimiz bizim karar vereceğimiz, karşılıklı olarak üzerinde anlaşmaya varılan bir dizi karmaşık anlatıdan başka bir şey değildir.
Plan yapmak, bu çılgınlıktan yarı aklı başında ve huzurlu çıkmak için en önemli araçlardan biridir. Her zaman kısa vadeli, uzun vadeli, çılgınca ve gerçekten mantıklı olan planlar yaparım. Planlar olmadan Gramsci’nin dediği gibi “sağduyu gerçekliğinde” var oluruz ve daha az devrimci bir hayat kendime uygun gördüğüm bir şey değil.
Bu düşünce çizgisinin beni getirdiği noktadaki bir konseptten, içinden geçtiğimiz bu deprem felaketi süreciyle daha da önemli bi noktaya evrildiğini düşündüğüm için sizlere “Eleştirel Coğrafya” kavramından bahsetmek istiyorum.
Soralım bakalım, Eleştirel Coğrafya nedir ve neden önemli ve alakalıdır? Çok uzun gelen bir açıklamayı kısa kesmek için ilk cümleler yakın dostumuz Vikipedi’den alıntıdır.
Eleştirel coğrafya, sosyal adaleti, özgürleşmeyi ve Marksist siyaseti destekleyen teorik olarak geliştirilmiş bir coğrafi bilimdir. Eleştirel coğrafya, Marksist, feminist, postmodern, postyapısal, queer ve aktivist coğrafya için de bir şemsiye terim olarak kullanılmaktadır.
Kısacası şöyle okuyabiliriz: dünyaya ve ağırlıklı olarak şehir ve kasabalarımıza kapitalist olmayan bir bakış açısıyla bakmanın bir yolu. İçinde yaşadığımız ve faaliyet gösterdiğimiz dünyanın gerçekten de insan yapımı olduğunu ve yalnızca her yönüyle sürdürülebilir değil, her şeyi tamamen kapsayıcı olacak şekilde yeniden yapılabileceğini fark etmemizi sağlar. Bu farkındalık devletin ihmal ve liyakatsızlığı sebebiyle yerle bir olmuş şehirlerimizin yeniden yapılanma süreci için çok kritik bir öneme sahip. Önümdeki yolculuğumda seve seve bu tavşan deliğinden aşağı ineceğim gibi gözüküyor. Özellikle sahip olduğumuz ve öğrenmekte olduğumuz pek çok teoriyi alıp önümüzdeki somut dünyaya uyguladığı için son derece büyüleyici ve ilgi çekici. Bu yazı aynı zamanda bir davet yazısı olarak da okunabilir bu açıdan.
Şimdi buradan yola çıkarak konuyu ideolojik saflık fikrine bağlamak istiyorum. Üstteki paragrafta konuştuklarımıza göre diyebiliriz ki eleştirel coğrafya, insanlığın çevreyi dönüştürme potansiyeline sahip olduğu fikrine dayanmaktadır.
Uluslararası siyasi yapıları karakterize eden baskın ideolojilere meydan okur. Başka bir deyişle belirli bir mekanda bulunan bir nesnenin başka bir nesneyle nasıl ilişkili olduğuna atıfta bulunan mekansal ilişkilerle ilgili soruların önemli olduğu ilkesine dayanır. Çünkü politik davranış, mekanla ilgili fikirlere dayalı sosyo-politik yapılara gömülüdür. İçinde yaşadığımız toprakların bu kritik dönüşüm sürecinde öne çıkan bir talep olarak “ideolojik saflık fikri” ise bu politik davranış veya beklentilere güçlü bir örnek. Tehlike zamanlarında, insanlar grup kimliklerini güçlendirmek ve belirsiz bir durumda kontrol ve kesinlik hissini sürdürmek için ideolojik saflık talep edebilirler ve bu tamamı ile anlaşılabilir bir durum. Genellikle bu olgu “grup kutuplaşması” veya “grup içi önyargı” olarak adlandırılır. İnsanlar kendilerini tehdit altında hissettiklerinde, kendi ideolojilerini paylaşan bir grupta kendilerini daha güvende ve desteklenmiş hissettiklerinden, inançlarını ve değerlerini paylaşan başkalarını arama eğilimindedirler. Bu durumda, inançlarında daha katı ve tavizsiz hale gelebilirler, bu da ideolojik saflık taleplerine yol açabilir.
Buna ek olarak, insanlar kriz zamanlarında ahlaki yükümlülük duygusunun arttığını hissedebilir ve ideolojilerinin durumu ele almanın tek yolu olduğuna inanabilirler. Bu durum, kendi ideolojilerini paylaşmayanların sadece yanlış değil aynı zamanda ahlaki açıdan da eksik olduğu inancına yol açabilir ve bu da ideolojik saflık talebini körükleyebilir. Genel olarak, tehlike zamanlarında ideolojik saflık talep etmenin psikolojik nedeni genellikle güvenlik, kesinlik ve ahlaki üstünlük duygusuna duyulan ihtiyaçla bağlantılıdır.
İdeolojik saflık, bireylerin veya grupların bir dizi inanç ve ilkeye taviz vermeden veya sapma göstermeden sıkı sıkıya bağlı kalması gerektiği kavramıdır. Bu kavram genellikle, taraftarlarının ideolojilerine güçlü bir bağlılık duydukları ve ne pahasına olursa olsun onu savunmaya istekli oldukları siyasi ve sosyal hareketlerde görülür. Ancak tehlike zamanlarında bu tür bir ideolojik saflık, özellikle de çevrimiçi davranışlarda kendini gösterdiğinde zararlı olabilir. Bu bağlamda Ulus Baker hocamızın değerli analizini sizlere aktarmak istiyorum.
“Kulübedeki saraydakinden farklı düşündüğünde, işte bu düşünmektir. İdeoloji ise; kulübedekinin saraydaki gibi düşünmeye başlamasıdır. Rüya başkasına kaptırılmıştır artık.”
İdeolojik saflığın tehlikeleri özellikle siyaset bağlamında belirgindir. Son yıllarda dünyanın birçok ülkesinde kutuplaşma ve partizanlığın arttığını görüyoruz. Bu durum kısmen, bireylerin yalnızca kendi inançlarını paylaşan diğer kişilerle etkileşime girdikleri yankı odaları oluşturmalarını sağlayan sosyal medyanın yükselişiyle körüklendi. İnsanlar kendileriyle aynı şekilde düşünen başkalarıyla çevrili olduklarında, kendi görüşlerine daha fazla bağlanır ve karşıt bakış açılarını dinlemeye daha az istekli olur hale geldiler.
Tehlike zamanlarında bu tür bir ideolojik saflık özellikle zararlı olabilir. Bir kriz meydana geldiğinde, durumu etkili bir şekilde ele almak için insanların birlikte çalışabilmesi ve ortak bir zemin bulabilmesi gerekir. Bireyler kendi ideolojilerine çok bağlıysa, farklı bakış açılarına sahip diğerleriyle uzlaşmaya veya işbirliği yapmaya isteksiz olabilirler. Bu durum herkesin yararına olacak çözümler üretmeyi zorlaştırabilir ve hatta durumu daha da kötüleştirebilir.
Tehlike zamanlarında ideolojik saflığın bir başka tehlikesi de yanlış bilgi ve komplo teorilerinin yayılmasına yol açabilmesidir. İnsanlar kendilerini korkmuş ya da belirsiz hissettiklerinde, kendi dünya görüşlerini destekleyen yanlış bilgilere inanmaya daha yatkın olabilirler. Bu da durumu daha da tırmandırabilecek söylentilerin ve aldatmacaların yayılmasına yol açabilir.
Bireylerin ideolojik saflığın tehlikelerini fark etmeleri ve çevrimiçi ortamda daha açık fikirli ve şefkatli davranışlar için çaba göstermeleri önemlidir. Bu, farklı görüşlere sahip başkalarını dinlemeye istekli olmak ve kendi inançlarınızın yeni bilgiler ışığında değiştirilmesi gerekebileceği ihtimaline açık olmak anlamına gelir.
Tehlike zamanlarında, ideolojik farklılıklarımızın bizi bölmesine izin vermek yerine bir araya gelmeli ve ortak bir hedef doğrultusunda çalışmalıyız. Bu da kendi egolarımızı bir kenara bırakıp daha büyük bir iyilik için neyin en iyi olduğuna odaklanmayı gerektirir. Bunu yaparak hem çevrimiçi hem de çevrimdışı ortamda daha güvenli ve istikrarlı bir toplum yaratabiliriz. Şunun farkındayım; bu yazdıklarımın hiçbiri siyasetle ve internetle ilgilenen biri için sürpriz değil. Ancak vurgulamaya çalıştığım şey, içgüdüsel bir hissin olası bir gerçekliğe dönüştüğünün altını çizmektir ve bana kalırsa bu önemlidir. Dahası, söylem ve anlaşmazlıkların var olması, teşvik edilmesi ve bunlarla meşgul olunması kesinlikle hayati önem taşımaktadır, inanıyorum ki ancak bu şekilde öğreniriz. Aradaki nüans ise, tehlike zamanlarında kolektif hareketleri inşa etme kabiliyeti ve gerekliliğinin “haklı” olma hissinden daha ağır basmasıdır – nüanslı bir gerçeklik, ama yine de önemli bir gerçeklik! Bu gerçeklik üzerinden başta yazdığımı tekrar sorarak bitirmek istiyorum:
Kapıyı aralayabilir miyiz ?
baskafelsefe BASKATOPLUM eleştirel coğrafya felsefe ideolojik saflık politika toplum
Last modified: Nisan 9, 2023