Yazan: 10:27 pm
Kategori: Toplum & Hukuk

Tahmini okuma süresi: 3 dakika

Lehte ve Aleyhte Ulus Bilinci

Lehte ve Aleyhte Ulus Bilinci

Geçtiğimiz günlerde, özünde iki büyük şirket olan Galatasaray ve Fenerbahçe’nin Suudi Arabistan’da oynayacağı maçın öncesinde yaşadığı sıkıntılar sonucunda, bütün gündemin Arap ırkına yönelik dışlayıcı söylemler ve milliyetçilik üzerine şekillendiğini gördük. Bunun gibi çoğu örnekte de, toplumun olaya karşı ilk reaksiyonu da genelde bu yoldan ilerliyor. İki şirketin para kazanma temelinde farklı bir ülkede düzenlediği organizasyonun, toplumun milliyetçi bir hezeyanına dönüşmesi kin ve nefreti körükler nitelikte. Üstelik, milli tabanda değerlendirmeye müsait her türlü konuyu ulusal hezeyanlarla temellendirmeye toplumsal olarak yatkınlığımız gün geçtikçe arttığını görüyoruz. Peki, odağına dışlayıcılığı ve üstenciliği alan bu düşünce yapısı toplumsal ilişkiler adına ne kadar sağlıklı?

“Biz bir ulusuz, diğerleri de düşmanlarımız.” fikrinin çocukluktan bu yana eğitim gibi birçok araç yardımıyla hafızamıza işlendiğini söyleyebiliriz. Bu tezahür kimi zaman uzak uluslara karşı olsa da, sıklıkla komşu ve yurttaş uluslara karşı ortaya çıkıyor. Bir sebep olarak, “iç ve dış düşmanlarımız” gibi destansı ve ulus kimliğine bağlılığı diri tutan mitleri göstermek mümkün. Örneğin komşularımız Yunan ve Ermeni halkına karşı oluşturulan bir öfke mevcutken, yurttaşımız olan Kürt halkının yüzyıllardır süregelen sorunları ortada. Ancak bu durum, yine kendisi gibi, dış müdahaleler ile şekillenebiliyor. Örnek olarak, Yunan halkıyla gerilimin en yüksek olduğu dönemlerde çıkan “Yabancı Damat” dizisi iki halk arasındaki suları yatıştırmıştı. Bir başka örnekle de, senelerdir süren Kürt ve Türk sorununun, “Çözüm Süreci” ismiyle diyaloğa açıldığını da gördük. Öyleyse, olaylardan sonra açığa çıkan ulusal kaygıların kontrol edilmeye açık olduğunu söylemek mümkün.

Bunun gibi düşmanlaştırma politikaları, coğrafi alanda baskıcı bir üstünlük kurmaya yarıyor elbette. Aynı coğrafyada tek dil, tek din, tek bayrak gibi arzular; belli bir üst kimliğin yayılması için oldukça ideal sembolleştirmeler sağlıyor. Ancak empati duygusundan yoksunluğu, insanı insan yapan ilkelerden uzaklaşılmasına sebep oluyor. Çünkü bugün yayılımcı bir politika izleyen kimlik inşası, yarın farklı bir baskın ulusun kontrolüne geçme riskini de içinde barındırmakta. Basitçe tabir etmek gerekirse; üst olduğu kabul edilen kimlik, zamanla baskıya maruz kalanın tarafına geçebilir. Aynı şekilde, ezilen bir kimliğin gelecekte ezen ulus rolüne büründüğünü de görebiliriz. Böylesine basit bir seviyede kurulacak empatiyle üstesinden gelinebilme potansiyeli olan bu baskın kimlik anlayışı dönemsel olarak gücün, yani şiddet mekanizmalarının kimin elinde olduğuna göre değişiyor.

Ulus bilincinin, bu mekanizmaların oluşması ile açığa çıkması ve mekanizmalar henüz yokken hiç olmaması da bu fikri destekler durumda. Dolayısıyla, ulus yapısının bir şiddet unsuru olarak kullanılması, insan özünden gelmiyor. Aksine, suni olarak yerleştirilmiş, başka bir deyişle inşa edilmiş bir kavram. Yani ezeli ve ebedi değil, değişime açıktır. Zaten tarihsel olarak incelendiğinde de, toplulukların milliyetler üzerinden oluşmadığı ve milli aidiyetin sonradan oluştuğu aşikar.

Ulus bilincinin bu nedenle yaratılmasının “iç ve dış tehditlere” karşı hazır tutma psikolojisinin dışında “biz” kavramını oturtma isteğinin olduğunu da söyleyebiliriz. Keza, bütün otoriter devlet yapıları ulusal kimliği oturtmaya oldukça önem vermiş.r. Çünkü, belirli alanlarda tek tipleşmiş kişileri kontrol etmek, ayrıksı bireylerden çok daha kolaydır. İtalyan Birliği’nin kurulmasının ardından Massimo D’azeglio‘nun söylediği meşhur lafı hatırlatmak faydalı olacaktır: “İtalya’yı kurduk, şimdi sıra İtalyanları yaratmakta.”

Bu noktada, ulus kavramının ne işe yaradığı kadar, kimin işine yaradığına bakmakta da fayda var. Yığınların ortak hassasiyetlere mobilize edilmesi, değindiğimiz üzere, devlet mekanizmasının oluşumundan beri süregeliyor. Toplumsal hayatta karşıya çıkan zorluklar ve problemlerin sorumlusu olarak farklı bir grubu göstermek eylemi, sorunu çıkaran asıl olguları kamufle etmek için ideal bir yöntem.

Bu yönleriyle ele alındığında milli kimlik veya ulus bilinci, düşman yaratmaktan veya sorunların çözümlerini gizleyen bir filtre olmaktan başka bir şey değil. Sırf yaşadığı coğrafyası, inancı, dili, görünüşü gibi nitel ve nicel faktörlerin farklı olması sebebiyle kurulan ayrımcılık, içinde bulunduğumuz oldukça distopik olan bu dönemde yaşantımızı yalnızca olumsuz etkiliyor. İnsanı ve toplumu var edebilmek için farklılaşmaya ihtiyacımız var, tek tipleşmeye değil. Çünkü insan, bahsi geçen faktörlerin farklı permütasyonları kadar insanlaşıyor.

Farklı ulus olmanın, toplumsal hayata faydalı olabileceği birçok farklı senaryo da var. Ulus bilinci, kültürel yönüyle ele alındığında bize renk olarak geri dönüyor. Sırf sanatsal açıdan değerlendirilse bile, farklı ulusal kimliklerin oluşturduğu farklı kültürlerden gelen sanatsal öğeler; insanlık tarihinin sanatsal spektrumunu devasa ölçekte genişletme gücüne sahip. Kozmopolit yapılardan çıkan sanattaki karmaşa kadar, ulusların öznel akımları da ileriye götürür nitelikte. Yalnızca tek açıdan değerlendirildiğinde bile bu denli faydalı olabilecek ulus bilincinin hayatın her alanına entegre edildiği bir senaryo ise, insanlığın altın günlerini yaşatabilecek potansiyeli kendi içinde barındırıyor.

Sınırlar içinde ortak yaşayabilme ve sınır hakkında “arkadaşlaşma”, modern insanın altından kalkabileceği bir yük. Üstelik bu yük, sınırsızlık ve ortaklık üzerine kurulabilecek yeni bir düzenin inşası için tetikleyici olma cüretine de sahip. Düşmanlık ve nefret üzerine şekillenen günümüz düzeninin, insanın özünden gelen düzene dönüşünü sağlamak için etnik köken ve ulusal kimliğin insanlık lehine çevrilmesi şart. Bunun için de, şimdiye kadar oldukça tabulaşmış konuların kitlelerce tekrardan tartışılmaya başlanması gerekiyor. Dolayısıyla, böyle bir kıvılcımı başlatabilecek güce sahip yapıların içinde veya bireysel olarak, “kardeşlik ve ortak yaşam” kavramını savunmak, gerçek ve iyi bir gelecek hayal eden her bireyin toplumsal vazifesidir

(Visited 142 times, 1 visits today)

Last modified: Ocak 7, 2024

Kapat
error: İçerik Korunmaktadır / Content is protected !!