Kadına yönelik şiddet, kadınların sadece kadın olmaları sebebiyle karşılaştıkları ve cinsiyetler arası güç eşitsizliğinden kaynaklanan bir şiddet türüdür. Birleşmiş Milletler, bu şiddet türünü “Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi (CEDAW)”‘da bir ayrımcılık biçimi olarak değerlendirmiştir.
Günümüzde ülkemizde sıkça karşılaştığımız bu şiddet türü, fiziksel ve cinsel olduğu kadar psikolojik de olabilir. Kadınların maruz kaldığı psikolojik şiddet türleri çeşitli olmakla birlikte bazı örnekler verebiliriz. Tehdit, aşağılama, acımasız eleştiri, etiketleme, karalama ve hakaret etme karşılaştığımız başlıca durumlardır. Burada dikkat çekmemiz gereken önemli bir nokta var: Kadına yönelik şiddet erkeğe yönelik olsaydı da şiddet olur muydu bakış açısından kurtulmak zorundayız. Bir erkekten psikolojik şiddet gören bir kadının, bir kadından psikolojik şiddet gören bir erkeğe göre pek çok daha dezavantajı mevcut. Hakkında karalama yapılan bir kadın, toplumun yargıları altında ezilirken daha ivmeli bir şekilde itibarı azalırken, bir erkek için durum aynı değildir. Şu örneği kullanarak açıklayabiliriz: Acil bir durumda yapılan bir deneyde, binadan çıkış yolu gösteren bir erkeği herkesin takip ettiği, fakat kadını aynı güvenle takip etmedikleri ve iki taraf farklı çıkışları gösterdiğinde erkeğe güvenildiği tespit edilmiştir. Bu senaryoya bakarak toplumda bir erkeğin sözüne daha çok güvenildiğini görebiliriz. Bir erkek tarafından aşağılanan, hakarete uğrayan ve karalanan bir kadın, erkek daha güvenilirdir diyen bilinçaltı tabularımızın da etkisiyle daha çok zarar görecektir. Bir kadının adını “temizlemesi” (evet burada “temizlemek” tabirini kullanacağım çünkü kötü niyetli bir erkeğin psikolojik şiddetini kadına yapılan bilinçli bir kirletme olarak görüyorum) bir erkeğinkinden çok daha zor olacaktır. Psikolojik şiddete uğrayan bir kadının zarar gören mental sağlığı ve azalan özgüveni kendisini koruyamamasına yol açabilir ve psikolojik şiddetin etkisi altındaki kadın diğer şiddet türlerine (fiziksel ve cinsel) daha açık hale gelir. Bir erkeğin sözüne daha fazla güvenilmesinin toplumda yaygın olduğu kabulüyle, psikolojik şiddetin kadınlar için daha olumsuz sonuçlar doğurabileceği bir gerçektir. Bu sebeple bu psikolojik şiddet türü kadına yönelik psikolojik şiddet olarak değerlendirilmelidir.
Hepimizin daha soyadı bile söylenmeksizin aklına gelen, tarihe adını devrimin kırmızı gülü olarak yazdıran Rosa Luxemburg da psikolojik şiddet gören pek çok devrimci kadından biriydi. Bizden biriydi. Nuray Sancar bir yazısında, “Rosa, bir kadının sınırlarının irade gücüyle ne kadar zorlanabileceğini, insanın prangası haline gelmiş gelenek ve göreneklerin kuşatmasından nasıl kurtulabileceğini gösteren güçlü bir figürdür.” diyor.
Rosa Luxemburg, 1871 yılında Polonya’da doğdu ve Almanya’da aktif bir marksist teorisyen ve devrimci olarak tanındı. Luxemburg, sosyalist harekette önemli bir figür olarak, sadece ekonomik eşitsizlikle değil, aynı zamanda cinsiyet eşitsizliğiyle de mücadele etmiştir. O dönemde, kadınlar genellikle toplumsal ve politik yaşamda sınırlı bir rol oynarlardı, ancak Luxemburg, kadın haklarına duyduğu güçlü bağlılıkla biliniyordu. Özellikle devrimci düşünceleri ve politik etkinlikleriyle tanınan Luxemburg, aynı zamanda kadınların toplumsal ve politik yaşamda daha fazla yer alması gerektiğini vurgulamıştır. Onun perspektifinden bakıldığında, devrimci değişim sadece ekonomik yapıyı değil, aynı zamanda toplumsal normları da kapsamalıdır.
Rosa’ya göre aşk ve devrim birlikte de mümkündü. Fakat sevgilisi Leo için tek bir şey önemliydi, o da devrimdi. Rosa‘nın Leo’ya yazdığı yüzlerce mektup mevcuttur ve bu mektuplar incelendiğinde Rosa’nın neredeyse sevgilisinden sevgi dilenir bir pozisyonda olduğu fakat sevgilisinin sadece devrimle ilgili yazılar yazdığı görülebilir. Bu durumun daha detaylı anlatıldığı “Vardım Varım Varolacağım” isimli çok keyifli kitabında Cansu Poyraz Karadeniz, Rosa’nın mektuplardan bazı satırlar veriyor: “Mektuplarında işçi davası dışında hiçbir şey yok. Bana güzel bir şey söyle! Mektuplarını açıp Polonya Sosyalist Partisi ile ilgili tartışmalarla dolu altı sayfa gördüğümde ve sıradan yaşam hakkında tek bir kelime bile bulamadığımda kendimi bayılacakmış gibi hissediyorum.” “Rosa’nın Leo ile ilişkisi uzun sürmedi. Kötü bir şekilde ayrıldılar. Tarihte gözden pek çok zaman kaçırılan psikolojik şiddet kendini bu noktadan sonra daha çok gösterdi. Leo uzun süre Rosa’yı taciz etmeye ve hatta takip etmeye devam etti. Rosa’nın görüştüğü bir erkeği silahla tehdit etti.“ İlişki sırasında sevgi vermekten uzak bir erkeğin kadını kaybettiğindeki toksik kıskançlığına belki tarih kitapları yer vermedi, fakat biz verelim. Devrimci olmak bir kadın için her zaman daha meşakkatli bir yoldur. Baş edilecek pek çok şiddet türü var. Rosa’nın çevresinin ne dediğine bakmaksızın ilişki yaşamak gibi bir tutumu vardı. Toplumun ona uyguladığı şiddete göz yummadı. Burjuvanın cinsel ahlak standartlarını reddetti ve kendisi benim için bu sebeple çok önemli bir feminist idolüdür.
Her devrimci kadın önce üzerindeki erkek şiddetini yenmek zorundadır ki bağımsız olabilsin, yıpranmadan ve zarar görmeden siyaset yapabilsin. 22 yaşında genç bir devrimci kadın olarak bunu yapmaya çalışıyorum ve her adımda ayrı ayrı zorlanıyorum. Kendini feminist olarak tanımlayan her birimizin bunu yapmaya çalıştığını biliyorum. 25 Kasım işte bu yüzden çok önemlidir. Bir araya gelip üzerimizde gölge yapan bu baskıyla birlikte savaşalım. Üzerimizdeki karanlıktan, patriyarkanın sonu görünmeyen gri duvarlarından kurtulalım. Hep birlikte kadına yönelik şiddete hayır diyelim. Varız, vardık, var olacağız, şiddetsiz bir dünya kuracağız!
Yoldaşça selamlarımla,
ayrımcılık kadın patriyarka Rosa Luxemburg şiddet toplum
Last modified: Aralık 3, 2023